Buradan değil İsveç’ten teklif
almam Aziz Nesin’lik bir hikaye!
Ünlü sunucu Korhan Abay, ‘Se Upp För Dararna’ (Kapılara Dikkat) adlı bir İsveç filminde başrol oynadı. Film için İsveççe öğrenen Abay; Türkiye’den değil İsveç’ten teklif almayı ‘Aziz Nesin’lik bir hikaye’ olarak yorumluyor...
Tiyatro kariyerine 1974 yılında başlayan ve o günden bugüne 25 tiyatro oyununda rol alan Korhan Abay, 1987 yılında başladığı sunuculuk kariyeri ile kendine apayrı bir yer edindi. Çoğunluğu canlı yayın olmak üzere 400 kadar TV programı ve 2004 yılında Türkiye’de gerçekleşen Eurovision Şarkı Yarışması da dahil 100’e yakın uluslararası yarışma ve ödül töreni sundu. İngilizce ve Fransızca’yı anadili gibi konuşan Abay; İtalyanca, Rusça, Almanca ve İsveççe sunuş yapabilmesi sayesinde, uluslararası etkinliklerin vazgeçilmez sunucusu haline getirdi.
Uzun süredir ekranlarda, sinema ve dizi projelerinde görmediğimiz Korhan Abay, şimdi karşımıza İsveç yapımı bir filmde çıktı! Senaryosunu Denize Karabuda’nın yazdığı, İsveç’in en ünlü sinema ve tiyatro starlarından Helena Bergström’üm ilk yönetmenlik denemesi olan ‘Kapılara Dikkat’ (Se Upp För Dararna) adlı film, geçtiğimiz hafta ilk sınavını Göteborg Film Festivali’nde verdi.
Abay, 15 yıl aradan sonra rol aldığı bu ilk sinema filminde, ailesiyle birlikte İsveç’e yerleşmiş ünlü bir kalp cerrahını canlandırırken, Rasim Öztekin ise Türk Dışişleri Bakanı’nı oynuyor.
Yönetmen Bergström’ün ‘Türkiye’nin en iyi oyuncularından biri’ olarak tanıttığı Abay’ın bu film için çok kısa bir süre içinde İsveççeyi öğrenmiş olması, hem yönetmeni hem de film ekibini çok şaşırtmış. Film için teklif geldiğinde İsveç dilinde ‘merhaba’ demeyi bile bilmediğini söyleyen Abay, dil bir proje için dil öğrenmenin kendisi için büyük bir keyif olduğunu belirtiyor:
“Bana önce İngilizce oynayacağım Dışişleri Bakanı rolünü önermişlerdi. Ama ben, kalp cerrahı Dr. Sinan Demiroğlu rolünü istedim. ‘Ama İsveççe bilmiyorsunuz’ dediler. ‘Daha 6 ay var, öğrenirim’ dedim. Her gün düzenli olarak İsveççe çalıştım. Ve rolü ben aldım...”
Korhan Abay, resmi galası dün gece Stockholm’ün ünlü sineması Rigoletto’da yapılan filmin Türkiye’de izleyici ile ne zaman buluşacağı belli olmadığını, ancak İstanbul Film Festivali ya da Antalya Atın Portakal Film Festivali’ne katılmayı düşündüklerini belirtiyor...
Sizi uzun zamandır göremiyorduk ve şimdi İsveç yapımı bir filmde karşımıza çıktınız. Türkiye’den ve Türkiye’deki yapımlardan uzak mı kaldınız biraz? Bu bilinçli bir tercih mi?
Türkiye’de devamlı çalışıyorum ben. Ama TV’de yokum. Özellikle uluslararası geceler olursa sunulması gereken; onların büyük bir çoğunluğunu ben sunuyorum. Antalya Film Festivali’ni geçen sene sunmuştum. Bu sene yine orada Altın Portakal çerçevesindeki bir başka geceyi sundum. Özellikle çok dilde yapılması gereken sunuşları yapıyorum. ‘Kapılara Dikkat’ ile birlikte, bildiğim diller arasına İsveççe’yi de ekledim, böylece artık 7 dilde sunuş yapabiliyorum. Dolayısıyla devamlı çalışıyorum ama televizyonda olmayınca, insanlar sizin kaybolduğunuzu, uzak kaldığınızı düşünüyor. Ama ben kendi işimle hala uğraşıyorum...
‘Kapılara Dikkat’ İsveç yapımı bir film. Bu projeye nasıl dahil oldunuz?
İsveç’te çekilecek bir film için bir Türk oyuncu arıyorlardı. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nı oynayacak bir oyuncuydu bu. İngilizce oynaması gerekiyordu biraz da Türkçe konuşuyordu. İlgili kişiyle; senaryo yazarı olan ve castingle de ilginen Denize Karabuda ile randevulaştık. Buldular beni nasıl buldularsa... Eurovision için 2004’te yaptığım sunumdan dolayı İsveç’te tanıyorlarmış beni; onun da etkisi oldu. Yabancı dil bilen Türk aktörler kimler var diye düşünürlerken yolları benimle kesişmiş. Filmin konusunu anlattılar. Mmemnuniyetle oynamak isteyeceğimi söyledim. Konuk oyuncu gibi, önemli ama nispeten küçük bir roldü bu. Türk doktor rolünü kimin oynadığını sordum hemen. Doktor dediğim; Türkiye’den ailesiyle oraya göçmüş çok başarılı bir kalp cerrahı... Orada doktorluk yapmasına izin vermiyorlar ve o da metroda vatman olarak çalışmaya başlıyor. Doktoru İsveççe bilen İsveç’teki Türklerden birinin oynayacağını söylediler. Denize Karabuda, “Sizin tipiniz çok uygun diye yönetmen Helena Bergström’le ve prodüktörle de konuşmuştuk ama size söylemedim bile çünkü İsveççe bilmeniz gerekiyordu” dedi. Ben de “Çekimlerin başlamasına daha 5-6 ay var, ben İsveççe’yi öğrenirim. Şu anda Rusça öğreniyorum, ara verirsem oğrenirim” dedim. Fransa’dan kitaplar getirttim. Birkaç gün içinde başladım çalışmaya. Çok heyecan vericiydi. 3-3,5 hafta sonra, adımı söylemeden İsveççe konuşmaya başladım. Yönetmen ilk anda ben olduğmu anlamadı ama sonradan çok hoşuna gitti.
İlk gösterim önceki hafta Göteborg Film Festivali kapsamında yapıldı. Nasıl tepkiler aldı film, eleştirmenlerden nasıl yorumlar geldi?
İsveç’te bir filmin ayakta alkışanması olağan bir şey değilmiş; çok ciddi uzun alkışlar geldi. İsveçliler çok etkilendiler ki kolay kolay etkilenmez onlar. Bir de Göteborg Film Festivali’nin 31’inci yıldönümüydü bu. Son derece yerleşmiş bir festival ve oradaki sinema seyircisi de hakikaten bilinçli ciddi ve zor beğenen bir sinema seyircisi. Onun için benim beklediğimin çok üzerinde oldu diyorum tepkiler. Yönetmen Helena Bergström orada ünlü bir oyuncu, yıldız aslında. Onun ilk yönetmenlik denemesi olmasına rağmen çok başarılı bir iş çıkardı. Oyuncu seçimleri de tabii ki bunun bir parçası. İsveçli cast da çok iyiydi. Bu arada ben doktor rolünü kapınca, bana Türk Dışişleri Bakanı rolünü kime oynatacaklarını sordular. Ben de Rasim Öztekin’i tavsiye etmiştim.
Neden aklınıza gelen ilk isim Rasim Öztekin oldu?
Rasim benim Galatasaray Lisesi’nden arkadaşım. Senaryo’da da Galatasaray Lisesi’nden arkadaş bu iki karakter. Orada çok duygusal sahneler var. O sahneleri Galatasaray Lisesi’nin o havasını bilen biriyle oynamak daha keyifli olur diye düşündüm. Önemli nedenlerden biri de, Dışişleri Bakanı’nın okuldaki lakabının Şişko Mehmet olması. (Gülüyor) Şişko Mehmet olunca, o rolü oynayacak kişi sırım gibi olacak değil ya! Ben oynasaydım, herhalde lakabı Şişko Mehmet olmayacaktı... Ya da sonradan rejim yapmış zayıflamış olacaktı. (Gülüyor) Çekimler çok güzel geçti. Özellkle de Rasim’le karşılıkla sahneler çok duygusaldı.
Eğer size ilk teklif edilen 'Şişko Mehmet' lakaplı Türk Dışişleri Bakanı rolünü üstlenseydiniz; rol için fiziğinizde değişime gitmeyi göze alır mıydınız?
Vücudumla oynamayı çok fazla sevmem ama rol gerektiriyorsa, tıbbi kontrol altında olmak kaydıyla elbette yaparım. Ama yeni bir dil öğrenmeyi tercih ederim. İnsanın vücudu bir kere geliyor ve hırpalamak istemem. Ben bütün yaptığım işleri çok ciddiye alıyorum. Dünyada muhtemelen 7 dilde canlı yayın sunabilecek belki 20 kişi, belki 50 kişiden biriyim.
Filmin konusu nedir? Sanıyorum ırkçılık karşıtı bir mesajı var...
Doğru ama sert mesajlarla ırkçılık karşıtı bir toplumsal mesaj veren film olarak görmemek lazım. Bir hikayeyi, insanları anlatıyor. Oldukça da eğlenceli ve mizaha ağırlık veren bir üslupla yapıyor bunu ama bu arada ciddi mesajları da var filmin. Hem güldüren hem duygulandıran hatta zaman zaman da gözleri yşartan bir film oldu. Göndermeler yapıyor. ‘Kapılara Dikkat’ derken, sadece metronun açılan kapanan kapılarını kastetmiyor elbette. İnsanlar arasındaki kapılar, toplumda, aile bireyleri arasında, düşünce sistemleri arasındaki kapılara dikkat demek istiyor. Bu film sıkıcı bir sanat filmi olarak değerlendirilemez. Çok eğlenerek seyredilen bir film. Zaten eleştirilerin çoğu da öyle.
Film diğer Avrupa ülkelerinde de gösterilecek mi? Ve tabii Türkiye’de?
İsveç’te 140 sinemada gösterime girecek, ayrıca bütün dünyada da gösterilecek... Ama Türkiye kousunda bir şey diyemem çünkü o dağıtıcı firmanın yaptığı anlaşmalara bağlı. Türkiye’de daha anlaşma yapılmış değil henüz daha yeni çıktı çünkü film. Ama gelirse ya İstanbul Film Festivali’ne ya da Antalya Film Festivali’ne katılacak. Şartlar uygun olursa bu festivallere katılmayı düşünüyorlar.
Bu rol sizin için ne ifade ediyor? Kariyeriniz için ne kadar önemli sizce?
Benim hem oyuncu, hem de sunucu olarak, dünya standartlarında ve dünya standartlarının üzerinde bir hizmet vermek, kendi mesleğimi icra etmek gibi bir iddiam var. Birkaç Türk filminde oynadım çok önemli sanatsal değeri olan filmler de değildi. TV dizilerinde oynadım, tiyatroda 25’ten fazla oyun oynadım. Ama hiç uluslararası bir yapıma imza atmamıştım. Dolayısıyla bu benim için anlamlı bir çalışma oldu. Dünyada bu işler nasıl yapılıyor onu daha yakından görmüş oldum.
AZİZ NESİN’LİK BİR HİKAYE
Bu yıl Türk Sineması’nda 40’tan fazla film çekildi. Ama biz sizi bu yapımlardan birinde değil, İsveç yapımı bir filmde görüyoruz. Hiçbir sinema filmi için teklif almadınız mı?
(Uzun kahkahalar..) Benim için yurt dışında bu şekilde yer almak çok değerli tabii ki ama bunun da ötesinde biraz da komik! Aziz Nesin’lik bir hikaye bu! Gözlerinin önündeki oyuncuyu, ki sinema yönetmenlerinin çoğu benim arkadaşım... Bir kısmı çok eski arkadaşım. Sinan Çetin gibi, Mustafa Altıoklar gibi... Diğerlerinin çoğunu zaten tanıyorum. Burada hiç kimseden bir teklif almamış olmak çok enteresan ve İsveç’ten gelip beni bulmaları hakikaten enteresan! Bir de şu var; ben kötü bir oyuncu olsam, orada da benim oyunculuğum vasat bir şekilde geçip gitmiş olsa, ‘haklı demek ki Türkiye’deki arkadaşlarım’ derdim. Çünkü Türkiye’de kimler, ne roller oynuyor onları görüyoruz... Onların yanında benim oyunculuğum yanyana getirilemeyecek bir şeydir herhalde! Orasına girmeyelim...
Neden değerlendirmiyorlar peki sizi?
Çünkü 7 dil bilen oyuncuya ihtiyaçları yok! Bir tek dil yetiyor (kahkahalar)... Bu soruyu bana sormamak lazım. Ben de gidip kimseye ‘beni niye oynatmıyorsunuz’ diyecek değilim. Ben de her filmde oynamam yani.
Bütün yönetmenler arkadaşım diyorsunuz. Biri bile demedi mi ‘gel birlikte çalışalım’ diye?
Yok, demediler ama bundan sonra konuşuruz belki... ‘Gel şurada konuk oyuncu ol’ diyen bile yok! Ufak tefek, değersiz teklifler olmuştu bir ara ama benim olmamın bir şey değiştirmeyeceği ufak şeylerdi... Düşündükçe bazen ciddi ciddi gülüyorum. İsveç’ten gelip beni keşfediyorlar, buradaki 40 yıllık arkadaşlarımın aklına gelmiyor, komik işte!
Siz nasıl buluyorsunuz bu sene Türk sinemasını? 40’dan fazla film çekilmesi için ‘sinemamız sıçrama yaptı’ dendi, ‘güçleniyor’ dendi...
Son yıllarda çok güzel filmler izledim. Önceleri çok daha az sayıda olan kaliteli yapımların sayısı son yıllarda arttı. Antalya’dayken seyrettiğim iki film; ‘Babam ve Oğlum’ ile ‘Takva’ çok güzeldi. Ticari, çok fazla değeri olmayan filmler de arada çıkıyor tabii. Bu 40 filmin 30’u belki ticari ama 10 tane de çok güzel film yapılıyor. Ama bu 30 filme dayanarak ‘Türk sineması ayağa kalktı’ demek çok gerçekçi olmuyor. ‘Emret Komutanım Şah-Mat’ gibi filmler de olması gereken, filmler. Bu televizyonlarımızın bize hediyesi. Zeka yaşı 7, 8’e hitap eden filmler... Çünkü maalesef televizyondaki pek çok programda, kaliteli birkaç programı ayrı tutalım, düşük IQ düzenine hitap ediyor. O da reyting sisteminden kaynaklanıyor. Dolayısıyla sinema da onu izliyor.
İsveç’te Türk sinemasını tanıyorlar mı?
Tanımıyorlar. Aşağı yukarı hiçbir fikirleri yok. Yılmaz Güney’in filmlerini falan herkes biliyor, yani Cannes’da başarılı olmuş filmleri... Onun dışında Türk sinemasını tanımıyorlar. Ben buradan götüreceğim birkaç film zaten, Türk sineması hakkında fikir vermesi için. Helena Bergström’ün eşi bizim filmin prodüktörlüğünü yapıyor, aslında yönetmen. Helena’nın oynadığı filmlerin çoğunluğunu o yönetiyor. Bu yaz çekeceği filmin bir bölümünü İstanbul’da çekmeyi düşünüyor. Eğer ortak bir yapımcı bulursak mutlaka burada çekecek. Türkiye ve Türk sinemasıyla bu filmden sonra, biraz da bizim aramızdaki dostlukların gelişmesi sonucu çok daha gelişeceğine inanıyorum. İsveç sinemasıyla aramızda bir köprü kurulacak.
İzlemeleri için yanınızda hangi filmleri götürmeyi düşünüyorsunuz?
‘Takva’, ‘Babam ve Oğlum’, ‘Cenneti Beklerken’, Fatih Akın’ın bir filmi muhakkak, Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmini götürebilirim keza. ‘Hababam Sınıfı Askerde’yi, ‘Kurtlar Vadisi Irak’ı götürmeyeceğim kesin!
Timuçin ateşli
bir çıkış yapmış!
Bu film Türkiye’de gösterilse nasıl bir tepki alır izleyiciden ve eleştirmenlerden?
Bizim eleştirmenlerimiz o kadar kötü niyetli eleştirmenler değil. İsveçli eleştirmenlerin daha acımsız olduklarını düşünüyorum. Çünkü bizimkilerde, her şeye rağmen emekleme aşamasında olan sinema endüstrisini biraz da olsa destekleme kaygısı vardır. Kötü bile oynamış olsa ‘vasat’ derler mesela. Oralarda yok böyle bir şey.
Atilla Dorsay ‘Emret Komutanım Şah-Mat’ için gayet acımasız bir eleştiri yaptı; ‘gitmeyin’ bile dedi film için...
Ben filmi görmedim, Atilla Ağabey’in yazısını da okumadım ama elbette saygı duymak lazım onun düşüncesine de...
Demek ki bizde de acımasızlık var artık. Onlara göre, söz konusu proje iyi yorumları hak etmiyorsa, hiçbiri sırf destek olmak adına beş yıldız vermiyor...
Tabii... Mesela İngiltere’nin önemli bir sinema yayını Variety dergisinde bizim filmimize çok olumlu eleştirisi yapıldı. Orada çok olumlu eleştiri çıkması çok hoş; çünkü onlar çok acımasızdır, kimsenin gözyaşına bakmazlar... Burada izleyicinin nasıl bir tepki vereceğini bilemem ama vurdu-kırdı seyretmek için ya da lüzumsuz IQ’su düşük esprilere kahkahalarla gülelim diye giden seyirciyi bilemem. Ama kimse sıkılmayacatır ondan eminim. Büyük iş yapar mı; bence yapması lazım ama Türkiye’de bilemezsiniz.
Timuçin Esen, geçtiğimiz günlerde ‘Türkiye’de yeterince eleştirmen yok’ demişti. Sizce de yeterince eleştirmen yok mu? Türkiye’de sinema eleştirisi doğru yapılıyor mu?
Timuçin daha çok genç olduğu için ateşli çıkışlar yapabiliyor. Bazen de belli kontarstlara dikkat çekmek için abartılı çıkışlar yapmakta yarar vardır, kendi düşüncesidir. ‘Yeterince’ dediği nitelik açısından mı nicelik açısından mı acaba? Türkiye’de yeterince öğretmen var da yeterince eleştirmen mi yok? Türkiye’de yeterince belli niteliklere sahip bilim adamı var da eleştirmen mi yok? Türkiye’nin mesela Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı ne kadar yeterli ise, Türkiye’nin sinema eleştirmeni de üç aşağı beş yukarı o kadar yeterlidir. Şimdi sinema eleştirmenleri de çıkıp ‘Türkiye’de aktör yok’ deseler, haklı mı olurlar haksız mı olurlar? O zaman o da haklı. Ülkenin düzeyi neyse, aktörü de o kadar olur, sayıca da nitelikçe de. Halkımız ne kadar eğitimli ve iyi olursa, elbette ki alttan gelen itme, öğretmenini de, aktörünü de, eleştirmenini de, gazetecisini de, politikacısını da etkileyecektir, onlar da o kadar nitelikte olacaklardır.
Eurovision görsel bir şov
Türkiye’deki müzik eleştirmenleri Eurovision’u çok büyüttüğümüzü söylüyor. Sizinse 2004 yılında bu sunumdan dolayı çok mutlu olduğunuzu biliyorum. Sizce ne kadar önemli Eurovision?
Eurovision şarkı yarışması bir şov. O gece belki 1 milyar kişiye yayınlanan, resmi rakamlara göre de neresinden baksanız 150-200 milyon kişinin bilfiil seyrettiği bir olay olduğu için bizim mesleğimizde çok önemli. Kariyer açısından ben istiyordum, yoksa Eurovision şarkı yarışmasını her sene seyredeyim falan diye bir durumum yok. Bu seneki Eurovision için ne düşünüyorsun diye filan sorduklarında, ben Eurovision’u seyretmiyorum, sadece sunuyorum diyorum. Ama Kenan Doğulu çok iyi bir tercih. Kenan bir profesyonel, çok iyi bir müzisyen, çok da sempatik. Türkiye’yi en iyi şekilde temsil edecektir. Ama alacağı dereceyi tahmin edemeyiz. Birincilik çok zor bir şey. Sertab’ın yaptığı olay Türkiye’ye kazandırdığı şey hakikaten çok büyük bir olay.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 yorum:
Çok güzel Sezen, başarılar!
ooo hele şükür aramızdasın, selamlar...murat
çok güzel bir yazı olmuş her ne kadar okurken gözlerimi kamaştıracak kadar uzunda olsa eline sağlık.
her zamanki gibi farklı ve güzel bir yazı..
Yorum Gönder