10 Mayıs 2007 Perşembe

BEHZAT UYGUR:

Her bağırana söz verirsem
hepsi bağırmaya başlar!

'Şarkı Söylemek Lazım' adlı olaylı yarışmanın sunucusu tiyatrocu Behzat Uygur: Jüri üyeleri arasında kimseye torpil geçmiyorum. Herkese eşit mesafedeyim. Ama bana güvenmeleri gerek! Çünkü o yarışmanın sahibi benim...

SEZEN BAŞARAN

Tam 14 yıl boyunca her pazar akşamı kardeşi Süheyl Uygur ile 'Şahane Pazar' adlı eğlence-şov programını yaptı Behzat Uygur... Babaları Nejat Uygur'un mesleğini meslek edinen iki kardeş, tiyatronun yanı sıra sunuculuk alanında da kendilerini sevdirdi. 'Şahane Pazar'ın ekranlara veda etmesinin ardından herkes onların yine birlikte ekrana geleceğini beklerken; Behzat Uygur çok ses getiren 'Buzda Dans' adlı yarışmada tek başına sunucu olarak ortaya çıktı. Partneri bu kez Gamze Özçelik olan Uygur, soğuktan çenesi titreyerek veda ettiği yarışmanın ardından bir süredir 'Şarkı Söylemek Lazım' ile ekranda... Zaman zaman jüri ile onlara az söz verdiği gerekçesiyle tartışan Behzat Uygur, "Her bağırana söz verirsem bir süre sonra hepsi bağırmaya başlar ve o zaman işin içinden çıkamam. Bu program benim, bana emanet edildi ve formata uygun bir şekilde kontrol bende!" diyor.

14 yıllık 'Şahane Pazar' deneyiminin ardından, yarışma programı sunmak nasıl bir fark?
'Şahane Pazar'da kendiliğinden oluşan bir eğlence ortamı yaratma derdimiz vardı. Ama bunlar yabancı formatlar. Kafanıza göre hareket edemiyorsunuz. 'Şahane Pazar' bizim programımızdı, buna da öyle bakıyorum ama duygusal bir bağım olmaz. 'Şarkı Söylemek Lazım'ın ilginç tarafı, herkesin ünlü olduğu bir program olması. Çok da ciddi bir ödül var. Ödülün dışında yarışmacıların kariyerleri açısından göstermeleri gereken bir performans var.

Ama bu insanların çoğu şarkıcı olma hayalini ve amacını taşıyan insanlar değil... Keza bu paraya ihtiyaçları var gibi görünmüyor...
Hiçbir şey yapmasalar yardım ederler. Buz dansçısı olmayabilirlerdi ama şarkıcı olma ihtimalleri var. Ki Erol Bey 'Dünya çapında şarkıcı yaparım' dedi. (Gülüyor)

İnanıyor musunuz buna?
Hayır inanmıyorum tabii ki ama Türkiye çapında olabilirler. Türkiye çapında o kadar da zor bir şey değil zaten... Hissettiğim; albüm yapma olasılığı fazla olan 2-3 isim var. Helin Avşar ve Didem Uzel. Sürpriz olarak Semih'in albüm yapmasını bekliyorum. Bu benim düşüncem ama.

EGOMU TOPRAĞA GÖMDÜM
'Şahane Pazar'da oradan oraya zıplayan bir adamken; şimdi özellikle finalde heyecanı artırmak için ağır bir tavırla sunum yapıyorsunuz. Sunumunuzdaki bu fark sizi sıkmıyor mu?
Sıkmıyor. O format gereği o gerilimin de keyifli olduğuna inanıyorum. Olması gerek. 'Aramızdan ayrılacak çift' derken de hoplayıp zıplayarak yapamazsınız.

Yarışmadaki tartışmalar; başka şartlarda o tartışmaları asla ciddiye almayacak isimlerin ağlaması, isyanı gerçek mi? Yoksa bütün bunlar bir kurgu mu? Herkes bunu merak ediyor...
Öyle bir oyunculuğu gösterebilecek oyuncu dünyada bile tanımıyorum. Robert De Niro'yu getirin jüri üyesi olarak; Erol Büyükburç'un performansını gösteremez. Böyle bir şey konuşulursa inanın ben böyle bir şeyin içinde olmam.

Jüri koltuğunda oturan isimleri idare etmek, tansiyonu dengede tutmaya çalışmak sizde stres yaratmıyor mu? 'Nereden girdim bu işe' diyor musunuz?
Hiç demedim, kriz anlar olacaktı, biliyordum zaten. Samimi söyleyeyim; bana 'Jüri olur musun?' deselerdi olmazdım. Bu yarışmada herkes ünlü. Hepsinin egosu var. Ünlü insanların egosu vardır.

Sizin yok mu?
Ben o programın sahibi ve sunucusuyum. O yüzden egolarımı toprağa gömüp programa çıkıyorum. (Gülüyor) Belki yarışmacı olsaydım benim de egolarım ortaya çıkabilirdi...

KEŞKE SİYASİLER KATILSA!
Birçok yazar, uzmanlık alanları dışında olduğu için bu ve benzer yarışmalara katılan jüri ve yarışmacıları kınıyor. Konsept içinde olan isimler ise 'eğleniyoruz' diyor. Sizce burada olmaları ne kadar doğru, ne kadar yanlış?
Formatın güzel tarafı orada! Hayatında profesyonel olarak şarkı söylememiş, albüm çıkarmamış insanların performans sergilemelesi... Keşke siyasiler de katılsa! Düşünsenize bir siyasinin burada şarkı söylediğini, paten kaydığını. (Gülüyor)

İdaresi daha zor olurdu eminim...
Onlar meclisten alışkındır! (Gülüyor)

Ünlülerden 'Bana neden böyle yaptın, savunamadım kendimi' ya da 'Söz vermiyorsun' diye tepki geliyor mu?
Jüriden oldu... Altı jüri üyemiz var. Her birine her etapta 5'er dakika söz versem program biter. Verdiği puana göre ya da söyleyeceği önemli bir şeyi olduğunu hissetme gibi bir durumum var.

Çok kritik anlarda Oray Eğin'e söz verdiğiniz gibi...
Oray gazeteci ve bakış açısı çok farklı. Böyle olunca ondan farklı yorumlar çıkıyor. Ama ben herkese söz veriyorum kritik anlarda. Yine de en çok Oray'ın konuştuğu doğru.

Oray Eğin'i orada en çok savunan ve seven siz misiniz sanki?
Tüm jüriye karşı aynı derecede yakınım ve asla torpilim yok! Oray'ın üslubunu çok benimsediğimi söyleyemem ama söylediklerinin yüzde 90'ı da doğru. Ama kimseye karşı çok sempatim ve antipatim yok. Olsaydı, o Erol Ağabey'in tarihi çıkışında ona daha çok söz verebilirdim. Sonraki etapta gene söz vermedim...

Bilinçli olarak...
Bilinçli, itiraf edeyim! Her bağırıp çağırana söz verirsek, o zaman orada hepsi bağırıp çağırmaya başlar. Bir şekilde de o dengeyi sağlamak lazım.

BANA YETENEKSİZ SUNUCU DİYEBİLİRLER!
Ekşi Sözlük'te sizin için 'yeteneksiz sunucu, yıllardır yarışma programı sunmaktan soru sormayı unutmuş' gibi yorumlar yapılmış. Ne diyorsunuz bunlara?
İstedikleri gibi eleştirebilirler. Orayı mahkemeye verip hakkında yorum yaptırmayanlar oldu. Asla böyle bir şeye girmedim; kimi esprilerine de çok güldüm. Eleştirebilirler ama yanlış yorum yapamazlar. Mesela Seyfi Bey ile (Huysuz Virjin) ilgili yaşadığım üzerine 'O kim oluyor da Huysuz'un zekasıyla ilgili laf söylüyor?' dedikleri zaman yanlış bilgi vermiş oluyorlar. Ama eleştirilere kızmam. Orada 20-30 kişi olumsuz eleştirmişse diğer taraftan milyonlarca olumlu eleştiri yapan kişi vardır. Tehlike; sokakta ve basında eleştiri başlarsa vardır.

Düşündünüz mü neden benim için yeteneksiz sunucu diyorlar diye?
Herhalde onların istediği normlarda bir sunucu değilim. Eminim o yazıları yazan arkadaşların çoğu bizim bir oyunumuzu seyretmemiştir. Buradaki eleştirilerin çoğuyla eğleniyorum. Mizahçı olarak öyle yaklaşınca eğlenceli oluyor. Bir program 14 yıl sürmüşse düşünmek gerek.

SEMİH BENİM İÇİN BİR BAŞKA!

HİLAL ÖZDEMİR-HAZIM KÖRMÜKÇÜ: En iyi performansları geçen haftaydı. Şarkıcı olarak gayet iyi gidiyor Hazım. Çift olmaları da avantaj.
IŞIN KARACA-VATAN ŞAŞMAZ: Işın'ın sesine bayılıyorum, Vatan da şarkı ile şovu iyi birleştiriyor. Vatan yakışıklı bir adam olduğu için onları seyretmek hoş.
MİRKELAM-DİDEM UZEL: Didem en çok tepki alanlardan ama ilk hafta söylediği ile bu haftaki çok farklı. Çok ilerleme var!
FERDA ANIL YARKIN-HELİN AVŞAR: Helin çok heyecanlı. Ama bence Helin'in sesi Hülya Avşar'dan daha kötü değil.
İLHAN ŞEŞEN-ZUHAL TOPAL: Zuhal işini iyi yapıyor, çok disiplinli. İlhan Şeşen gibi çok karizmatik biri var yanında! Zuhal baştan beri iyiydi!
YELİZ-SEMİH SAYGINER: Hepsi ekrana alışık ama Semih farklı bir yerden geliyor. O yüzden erkek yarışmacılar arasında bir başka. Şarkı söylüyor ve her şeyiyle on numara!

İYİ Kİ ORAY JÜRİ OLMUŞ!

OLCAYTO AHMET TUĞSUZ: Herhangi bir yarışmaya her zaman jüri olarak koyabilirsiniz. Çok bilgili.
EYŞAN ÖZHİM: Kıyafet ve sahne performansı yorumları yerinde.
ORAY EĞİN: İyi ki bu program olmuş, iyi ki jüri olmuş. Başka bir pencereden bakıyor ve bence iyi bir jüri. Son haftalarda üslubu yumuşadı. Eski gerginliklerinin nedenine bakmalı! Sebepsiz değildir!
EROL BÜYÜKBURÇ: Error Büyükburç! (Kahkahalar!) Orada olmasından keyif alıyorum. 'Senden dünyaca ünlü şarkıcı yaratırım' yorumu biraz abartılı.
EMEL ŞENOCAK: Orada olması başka bir güven veriyor. Bence jüri olarak doğru yolda.
FUAT GÜNER: Ona bayılıyorum! Çok değerli biri. Ama Allah'tan MFÖ olarak üçü birden yok! (Gülüyor)

BURAK AYDOS

Bu albüm 30'unu aşıp 'lanet olsun' diyenlere!

Yaşınız 30'u aşmışsa, 'her şeyi bırakıp gitmek istiyorum' isyanındaysanız; raflarda yerini alan '30+' adlı albüm dikkatinizi çekecektir! Burak Aydos imzası taşıyan albümle aynı adı taşıyan şarkının sözleri de dikkat çekici: Bu da geçer diyebiliyorsan 30'unu aştığındandır.....

1993 yılında Eurovision Türkiye birincisi olduktan sonra, 1996'da; bundan 11 yıl önce çıkardığı 'Şartsız, Kuralsız, Hesapsız' adlı ilk albümündeki 'Yalnızlık Benim Eski Sevgilim' adlı şarkı ile beğeni toplamıştı Burak Aydos.
Ardından gitarını kutusuna kaldırarak müziğe ara vermiş, kendi deyişiyle susmuştu... Ancak Aydos uzun bir aradan sonra ilginç bir albümle döndü...
Adı '30+'... Yaşı 30'u aşmış ve yaş sendromu yaşayanların albümü görünümündeki '30+', Aydos'un anlatımıyla şöyle özetlenebilir: "Bu albüm; hayatta mutsuz, yüreğinin bir yeri içten içe kanayan, arada bir 'lanet olsun' diyerek, her şeyi bırakıp gitmek, geldiği yaşın sorumluluklarını terk etmek isteyenlerin hikayesini anlatıyor..."

30'DAN SONRA HAYAT DEĞİŞİR
Albümünüz ilk bakışta 30'unu aşmış ve hayal kırıklıkları yaşamış erkeklerin albümü gibi görünüyor... Bu yorumun doğruluk payı nedir?
Erkeklerin albümü gibi görünüyor ama albümün her iki cinse de söyleyecek sözü var. Özellikle '30+'; evinde, işinde yani hayatta mutsuz, yüreğinin adını bildiği ya da unuttuğu bir yeri içten içe kanayan, arada bir 'lanet olsun' diyerek, her şeyi bırakıp gitmek, kurtulmak isteyenlerin, geldiği yaşın sorumluluklarını terk etmek isteyenlerin hikayesini anlatıyor.

Sizce 30 yaşından sonra insanın hayatında neler değişiyor? Siz ne gibi bir değişim içine girdiniz de bu şarkılar ve '30+' projesi ortaya çıktı?
Birden büyüyorsun sanki, yirmilerin kahkahaları tebessümlere bırakıyor yerini, daha çok 'la havle' çekmeye başlıyorsun, içine atıyorsun, gitmek için can attığın mekanları 'gürültülü yerler' olarak tanımlamaya başlıyorsun. Sağdan soldan 'evlen artık' lakırdıları artıyor. Yirmilerde üzüldüklerine gülüyor, üzülecek daha 'ciddi' şeyler buluyorsun. Hayatın avuncundan kayıp gitmeye başladığını hissediyorsun, vücudun sana oyunlar oynamaya başlıyor! Şımarma hakkın elinden alınıyor. Siyasi gelişmeleri daha çok umursuyorsun. Kendini telkin etmenin yollarını arıyorsun...

ŞARKILARIM YAŞADIKLARIM
Albümde neden yalnız dört şarkı var?
Ekonomik ve stratejik bir düşünce yatıyor altında. Benim dinleyicim çok emek verilmiş, güzel söz ve müziğe sahip dört şarkıyı, 5 YTL'ye almak varken MP3 olarak indirmekle uğraşmasın istedim.

Şarkıların biri eski bir İstanbul kabadayısını, biri ümitsiz bir aşığı, biri bir babayı ve diğeri 30'unu aşanların hikayesini ele alıyor. Hepsi kendi hikayeleriniz mi?
Eski bir İstanbul Kabadayısı'nın hikayesini anlatan 'Bize Erkek Adam Derler'de, "Bize erkek adam derler, kula kulluk etmeyiz/Kelamı düzden eder kıvıranı sevmeyiz/El öptüysek hürmetten etek paça öpmeyiz/Sürülerden hazzetmez biz hep yalnız gezeriz" dörtlüğü hayat görüşümü yansıtsa da; kabadayılık başka bir olgu. Diğer şarkılarım ise yaşadıklarımdır...

YENİDEN ŞARKI SÖYLEMEK İSTEDİM
ö 1983'te Deniz Kuvvetleri Bando Komutanı Metin Tufan'dan solfej ve piyano dersleri alarak başladım müziğe. 1987'de Hacettepe Devlet Konservatuvarı Kontrbas Bölümü'ne girdim, bir yıl sonra başarısız bulunduğum için atıldım. Sonra yine Metin Tufan'dan armoni, düzenleme ve piyano dersleri aldım. Kısacası alaylıyım.

ö 1993 Eurovision Türkiye Birinciliği ve 1996'da çıkardığım 'Şartsız Kuralsız Hesapsız' albümümden sonra müziği bıraktım. Sonra Bilkent'teki yarım kalan eğitimime dönüp Siyaset Bilimi'nden mezun oldum. Gitarımı kutusuna kaldırdım; bir yolculuğa çıkıp ara verdim.

ö O yolculukta kendimi, müziğimi, insanları gözlemledim. Uzun süre gitarımı almadım yanıma. Her şeyden önemlisi sustum! Derken; gitarım da, ben de hakim olamadık kendimize, yine şarkı söylemek istedim.

KENAN BENCE İLK BEŞTE YERİNİ ALACAK

ö Kenan Doğulu Türk müziğine damgasını vurmuş bir müzisyendir. Göğsümüzü kabartacak bir sonuçla döneceğine inanıyorum. Temsilcimiz de şarkı da, düzenleme de günümüz normlarını yakalamış durumda. Ben de Kenan Doğulu'nun 'Shake it up Shekerim' ile ilk beşte yer alacağımızı düşünüyorum.

22 Nisan 2007 Pazar

GÖKSEL


Bu albüm için ‘geleceğin
retrosu oldu’ diyorlar!


Şarkılarında önce 'Sabır' çekti, ardından 'Depresyondayım' diyerek söylendi! Şimdi 'Ay'da Yürüdüm' adlı beşinci albümüyle yeni ruh halini ortaya koyuyor; "En neşeli ve pozitif albümüm bu" diyor ve ekliyor: Çocuksu halimden daha çok kadınsı halimi kabullendim..


SEZEN BAŞARAN


Sabır, sabır ya sabır, belki de akıllanır' sözleriyle anımsanan 'Sabır' , ilk albümü 'Yollar'ın çıkış parçasıydı... Ardından ikinci klibini çektiği 'Uzun Uzun Yollar', hem görsel hem müzikal anlamda hayran kitlesini genişletti. İkinci albümü 'Körebe'de yer alan 'Depresyondayım' ise dilden dile dolaştı; şarkı, halet-i ruhiyesine dikkat çekmek isteyenlerin neredeyse marşı haline geldi. Şimdi 'Ay'da Yürüdüm' adlı beşinci albümünü çıkarmaya hazırlanan Göksel, bunun tüm albümleri içinde en neşesi bol albüm olduğunu belirtiyor: "Çocuksu tarafımdan kurtulup kadınsı tarafımı kabul ettiğim şarkılardan oluştu. 'Depresyondayım'ın çıktığı dönemler, geride kaldı artık..."


GÖZLÜKLÜ, ŞİŞMAN VE 'İNEK'TİM

"Belki de, beni acıtan neyse işte onu unutmak için şarkı söyledim. Öyle mutlu oldum ki! Ayaklarım kesildi yerden, sanki Ay'da yürür gibi" Yeni albümünüz için yazdıklarınız dikkat çekici!
Bütün albümü bitirip de kendi kendime dinlediğimde bütün şarkıların aynı yere vardığını farkettim. Bunlar aslında şarkıların içinden çıkmış cümleler. Bir hayalin peşinden koşarak, iyi şeyler düşünerek bir insanın imkansız görünen şeylere ulaşabileceğini anlatıyorum. Bunu bizzat yaşadığımı ve o hayalin peşinden koşmanın inanılmaz bir mutluluk olduğunu albümü dinledikçe de hissediyorum.

Bu kadar imkansız olan hayaliniz neydi?
Aslında 'zor bir ihtimalken' demek istiyorum. Benim için ailem tarafından çizilmiş olan yaşam şekli, doktor avukat gibi mesleklerdi. O zaman kimsenin aklına gelmezdi benim bu işlere kalkışacağım. Gözlüklü, şişman ve inek sayılabilecek bir tiptim. (Gülüyor) İsyankar görünmüyordum ama içimde ne fırtınalar kopuyordu! Bir gün, 'istediğim hayatı yaşayacağım' dedim. O dönem herkes çok şaşırmıştı.

Sonra okulu mu bıraktınız?
Bırakmayabilirdim ama o an için fazla seçeneğim yoktu. Geç kalmış hissediyordum kendimi. Tüm enerjimi müziğe verdim. Bir yerlerde şarkı söylemeye başladım ki onun çok önemli bir okul olduğunu düşünüyorum. Ders almaya başladım. Okullu olmamamın açığını kapatmaya çalıştım...

Dışarıdan aldığınız bu eğitimlerle açığı kapatıp düşündüğünüz yere geldiniz mi sizce?
Hep daha iyisini yapabilirim diye düşünüyorum. İlk albümden bu albüme kadar vardığım nokta beni şu an için tatmin ediyor. Ama altı ay sonra biliyorum ki 'daha iyisini yapmalısın' diyecek içimden bir ses. Hâlâ arada şan dersi alıyorum. Ama müziğin içine profesyonel olarak atıldığınızda her gün yeni bir şey öğreniyorsunuz. Çalıştığım bütün müzisyenler öğretmenim oldu. Aslında en önemlisi içinden gelen şarkı söyleme duygusu. Ne kadar çok şey bildiğinin kayıtta önemi yok. Karşıya ne hissettirdiğinin önemi var.

Müzikal tercihinizde bir değişim var mı bu albümde?
Hayır ama tüm albümlerim içinde en neşesi bol albüm olduğu kesin! Daha elektronik sesler var. Geçen gün bir arkadaşım, 'Geleceğin retrosu olmuş' dedi. Öncekilerde geçmişe göndermeler vardı, bu kez daha çok geleceğe... Ama bu beşinci albümüm çocuksu tarafımdan daha çok kadınsı tarafımı kabullendiğim, kendimi daha iyi hissettiğin bir dönemde yazılmış şarkılardan oluşuyor. Sanki daha sağlam gibi geliyor. Kendimi olduğu gibi kabul ettim her şeyimle. Albümü dinlerken kendimi olduğum gibi görüyorum.

'Yarabbi Şükür', sözleriyle şaşırtıcı bir şarkı. Dikkat çekici sözler klasiğiniz mi oldu artık? Bunun felsefe eğitiminizle bir ilgisi var mı?
Şarkılarda rastlamadığımız bir dil belki, doğru! Klişeleşmiş cümlelerle şarkı yapmaktansa, kendi kelimelerimi kullanırım. Bir an her şeyden sıkılıp sonra içinizin mutluluk dolduğu anlar vardır ya. Öyle bir hisle yapılmış bir şarkı o. 'Yağmur yağıyor şakır şakır, yarabbi şükür şükür'. Şükretmek çok güzel bir kelime. Kafiye olarak da güzel tınlıyordu, müzik olarak da...

ARTIK DAHA POZİTİF ŞARKILAR YAPIYORUM
'Belki de beni acıtan neyse onu unutmak için şarkı söyledim' diyorsunuz ama buna tezat 'Depresyondayım' diye oldukça umutsuz, mutsuz bir şarkı söyleyebiliyorsunuz. Unutmak için daha neşeli şarkılar söylemeniz gerekmiyor mu?
Eskisine göre artık daha pozitif şarkılar söylediğimi düşünüyorum. Ama o şarkı da aslında bunun bir parçasıydı. Her yeni şarkı yaptığımda kendimi çok mutlu hissediyorum. 'Depresyondayım' diyordu şarkı ama o şarkının bana hissettirdiği şey aslında çok büyük bir mutluluktu. Kendimi öyle iyileştiriyorum; içimdekini söyleyerek, ne yaşadığımı söyleyerek...

Bu kadar acıtan ne vardı sizi?
Bu işleri yapan bütün insanların mutlaka bir yarası var ki; bir şekilde beğenilmek istiyor. Bunu kabul ediyorum belki o sözle. Hepimizin içinde neyse onu o boşluğu kapatmak için deli gibi bir beğenilme arzusu var. O yüzden bu işleri yapıyoruz.

Sizin beğenilme arzunuzun, şişman ve gözlüklü Göksel ile bir ilgisi var mı?
(Gülüyor) Olabilir tabii... Kırılgan ve hassasım ama hayatımda öyle büyük trajediler falan şükürler olsun ki olmadı. Ama hassas olduğum için belki her şeyden daha fazla etkileniyorum.

KÖTÜ DÖNEMLER BİTTİ
'Depresyondayım'ın ardından 'Ay'da Yürüdüm', o sürecin geride kaldığını ve sizin artık başka bir dünyada olduğunuzun bir tür mesajı mı?
Kendi içimde geride kaldı o dönemler. Belki de bu bana çok sorulduğu için altını iyice çizmek istiyorum artık. Albümün adının 'Ay'da Yürüdüm' olmasını istedim; albümün çalışmaları bende o hissi yarattı.

Manga'nın albümünde Ferman Akgül ile 'Dursun Zaman' adlı şarkıda yaptığınız vokal çok beğenilmişti. 'Taş Bebek' adlı şarkıda şimdi düette hem Ferman hem de Teoman var. Özellikle neden bu isimleri tercih ettiniz?
O şarkı şablon olarak hazırdı. Nakaratı da vardı. Şarkıyı burada kuruyorduk Alper'le. Ne yapsak diye düşünürken, 'Ferman'ı çağıralım' dedi. 'Dursun Zaman'dan sonra birlikte bir şey yapıp yapmayacağımız çok soruldu. Ben de 'aynı şeyi niye yapalım?' diyordum. Ama orada Ferman'ın sesini duymak istediğimize ve inadımın yersiz olduğuna karar verdim. Sonra eşim ve aynı zamanda prodüktörüm Alper dedi ki "Ferman'ı ve Teoman'ı çağıralım, kendi sözlerini yazsınlar şarkıya." Onlar da şarkıyı sevince birlikte yazıp okuduk.

Şarkıda dış görüntüsü, giyimi, kuşamı çarpıcı ama içi boş kadınlara gönderme yapılıyor. Bunu söyleyenlerden biri de bir kadın...
(Gülüyor) Ben taş bebek olmak, kusursuz görünmek zorunda olmadığımı anlatıyordum. Bunun için gereksiz yere gereksiz zamanlar harcıyoruz, daha faydalı şeylere harcayabilecekken... Bunu anlatmak istediğim bir şarkıydı. Ben kendi açımdan taş bebek ve süs bebek olma durumunu anlatırken onlar da kendi açılarından erkekçe anlatıyor. Birileriyle ortak bir şeyler yapmak beni mutlu ediyor. Bu kez albümümde yer aldığı için bu albümün gözbebeği o şarkı...

Göksel uzun saçlı, sade giyimli bir kadındı. Ama şimdi karşımızda daha renkli, farklı tarzı olan bir kadın var. Bu değişim gerekiyor muydu?
Kendimi aynı görmekten sıkıldım. Aslında görünümümde keskin değişikliklerden hoşlanan biri değilim. 'Eski Göksel çok da değişmesin' kararı almıştık önceden ama Kemal Doğulu saçlarımı öyle toplayınca çok sevdim. Renkler de içimden böyle geldi. Bu şarkıların muzip haline çok yakıştı bu halim.

6 Nisan 2007 Cuma

SERTAB ERENER



Şarkılarım seviliyordu
eskimişti; elektronik yaptık

'Sertab Erener goes to the club with Murat Uncuoğlu&Aytekin Kurt' adlı elektronik soundlu albüm, hem Türkiye hem de yurt dışı ile tanışmaya hazırlanıyor. Erener, şarkılarında böyle bir sound değişikliğine gitmesinin nedenini şöyle açıklıyor: Sıkılmıştım ve eskimişlerdi, yenilemek istedim.

SEZEN BAŞARAN

Albümün adı 'Sertab Goes to the club with Murat Uncuoğlu&Aytekin Kurt'. Geçen yıl 'Sertab Dijital' adıyla dijital konseptli birçok konser veren üçlü, nisan ayının ikinci haftasında satışa çıkacak olan albüm için 11 Sertab Erener parçasını elektronik sound ile yeniden yarattı. Erener, şarkılarının bu soundla yeniden aranje edilmesini istemesinin sebebini şöyle açıklıyor: "Bu şarkılar 15 yıllık sürecin ürünüydü ve o halleriyle okumak için eskimişlerdi. Sahnede değişik türlerde okuyordum ama yeni bir şey yapmak gerekiyordu. Daha az insanla, daha efektif, içine dansı katabileceğim ne yapabilirim derken; bunun dans müziği olması fikri aklıma yerleşti..." 'Yanarım', 'Mecbursun', 'Vur Yüreğim', 'Sevdam Ağlıyor', 'Gel Barışalım', 'Lal', 'Satılık Kalpler', 'Aşk', 'Aslolan Aşktır', 'Aşk Ölmez' ve 'Everyway That I Can' adlı şarkıların bambaşka bir kanla hayat bulduğu albümün en büyük hedeflerinden biri ise, bu şarkıların yurt dışında dinlenmesini sağlamak. Özellikle bu altyapıda, müziğin dili olmadığını söyleyen Erener, "Amacımız, Murat'ın da desteği ile yurtdışındaki dans festivallerinde sahneye çıkmak!" diyor.

ŞARKILARI SAHNEDE PİŞİRMİŞTİK
Dijital müzik yolculuğunuza 'Sertab Dijital' adıyla başladığınız konserlerle adım attınız. Bu konsept sizi sahnede zorlamadı mı? Denememiştiniz öncesinde...
Sertab Erener: Benim için yeniydi, ilk birkaç konser zorlandım. Çünkü bu form üzerindeki müzik, armoni-akor değişikliklerine izin vermeyen bir tarz. Fakat pop müzik şarkıları bu form için yazılmadığından, armoni değişiklikleri olması gerekiyor. O müziğin üstüne kendi melodilerimi söylemek ilginç bir deneyim oldu, zorlandığım için hoşuma gitti. Albüm çıkarmaya da dijital konserler sonrasında karar verdiğimiz iyi oldu. Çünkü o şarkıları sahnede pişirmiştik.

Bu albüm, geçen yıl sahneye koyduğunuz 'Sertab Dijital' konserlerinin devamı. Herkesin sevdiği şarkıları elektronik müzikle harmanlamayı neden istediniz?
S.E.: 15 yıldır şarkı söylüyorum. Son albüm haricindeki bütün şarkılarım 10-15 yıllık... Bu şarkılar benim için eskimişti. Sahnede akustik grubumla her türlüsünü çaldım ama artık başka bir şeyler yapmak lazımdı, çünkü sıkılmıştım! Daha az insanla, efektif, içine dansı katabileceğim, eğlenceli, ritmi daha güçlü bir dünya nasıl kurarım derken; bunun dans müziği olması fikri doğdu. Çocukların da tepkisi 'süper, sahnede yapalım bunu' oldu...
Sizler için Sertab Erener şarkılarını yeniden aranje etmek nasıldı, ne gibi değişiklikler yaptınız, nasıl bir yol çizdiniz?
Aytekin Kurt: Çoğunun orijinal halini sevdiğim için bozmak istemedim. Bazılarınınsa orijinaliyle alakası kalmasın istedik.
S.E.: Aslında şarkının orijinal hali diye bir şey yok, bir tane melodi var. Melodi güzelse o şarkıyı binlerce forma sokabilirsiniz. Biz de bu güzel melodileri, melodileri, deforme edelim dedik. 'Orijinal hali' diyoruz ya; bence bundan 10 yıl sonra da bu yaptığımız yeni halleri 'orijinali' olacak. Çünkü bir şarkıyı orijinal yapan; bizim ona alışmamız.

'Şarkılarımdan sıkılmıştım' dediniz. Yeni halleriyle ısındınız mı onlara?
S.E.: Tabii, sonuçta melodiler güzel, sözlerin birçoğu nostaljik. Samimi şeyler yaptığımı görüyorum. Kendi sözlerimi yazana kadar, beni çok da yansıtmayan laflar etmemişim Allah'tan! O da Sezen'in (Aksu) başarısı. Benim söyleyeceğim bir dünya kurdu. Söyleyişimi de değiştirdim. Albümü dinleyenlerin 'bu Sertab mı?' diyebileceği kadar oynamak istedim.
Dinleyenlerin 'Bu Sertab mı?' demesine sebep olacak nasıl bir yorum farkınız var?
S.E.: Daha önce kullandığım yerleri kullanmadım, ses rengimi değiştirdim, güçlü söylediğim yerleri alçak söyledim. Benden hep beklenen hareketleri yapmadım! Bu müziğin dünyadaki gerekliliği olan soundu yakaladık. Yani şarkı söyleyen kadınla müziğin arasındaki balansı dünya normlarında tuttuk. Türk halkının kulağı alışıktır; şarkıcının sesi üstte olmalıdır. Onu biraz kırdık. Çünkü bir kulüpte bu şarkıları çalarsanız ve alttan müziği güçlü duyamazsanız bu müziğin hiçbir anlamı kalmaz! Beni müziğin içine gömdük yani.

SCAT TARZINI DA ÖĞRENECEĞİM!
Bu yıl birçok projede görüyoruz sizi... Elektronik sound; Best Of albüm, kariyerinizin 15. yılı için çıkaracağınız konser DVD'si, Sabri Tuluğ Tırpan ile yaptığınız konserler... Bir sanatçıyı bu kadar çok yönlü olmak yormuyor mu? Dağılmıyor musunuz?
S.E.: Çok eğleniyorum! Bundan iki gün önce bir saksofon, bir perküsyon, bir akustik piyanoyla Hayal Kahvesi'nde şarkı söyledim, bir hafta önce Adana'ya sadece tek bir piyano ile; Tuluğ ile gittim. Dağılmıyorum, çok hoşuma gidiyor. Bazı insanlar birden fazla şeye eğilimli olabiliyor. Onlardan biriyim. Sahip olduklarımı kullanmazsam kendimi tek kanallı bir şey gibi görürüm. Çokseslilik gibi bir şey bu içimde büyüttüğüm. Mesela Avrupa'ya hazırladığımız bir proje var; bir dünya albümü. O albüm öncesinde Avrupa'da bir hocayla Scat tarzını çalışacağım. Bobby Mcferrin Aziza Mustafazadeh bu tarzın temsilcilerinden. Sesimin vibratosunu gerektiğinde kaldırabilecek tekniği öğrenmek istiyorum. Bu albümde ihtiyacım olduğu için bu özellikleri sesime katmak istiyorum. Bunları kendime eklemezsem ölüyormuşum gibi geliyor bana.
A.K.: Hem artık 'aman boşver hiç bulaşmayayım, böyle gitsin' diyenler bitiyor!
S.E.: Yaşlanmak, kendini o halinle kabul etmek demek. Bunu reddeden en iyi örnek Madonna'dır. Ben de herhalde onun gibi bu işi yapabildiğim kadar yapacağım.

Şarkıları neye göre seçtiniz? En sevilen, hit olan şarkıları mı tercih ettiniz, yoksa elektronik forma en yakışacakları mı?
Murat Uncuoğlu: Kişisel beğenilerimizin yanı sıra Sertab'ın konser ve internette yaptırdığı anketler önemli oldu seçimlerimizde.
A.K.: En sevilen 20 şarkı listesi topladık. Onları yeniden yarattık, 11'ini albüme koyduk. Belki ikinci bir albüm yapabiliriz.
S.E.: 2008'de çıkacak albümümü ikiye böleceğim. Bir bölümü Sabri Tuluğ Tırpan ile, diğer bölümü Aytek ve Murat'la yaptığımız gibi dansvari yorumlanacak. Bu ihale onlara kalacak! Aytekin Kurt: Bu albümde remix olan tek parça 'Every Way That I Can'. Diğerleri dans müziğine yönelik baştan yapılandırılmış şarkılar. Murat Uncuoğlu: Sertab'ın sesi, biraz elektronik efektle inanılmaz orijinal bir hal alıyor. Onun güzel şarkılarına dokunmak ayrı bir dikkat gerektirdi.

TEK TAŞIMI KENDİM ALAMADIM!
Türkiye'de kulüpler dışında bu albüm ne kadar kabul görür? Bunun yanı sıra yurt dışına pazarlamayı düşünüyor musunuz bu çalışmayı?
S.E.: Yurtdışı için çok iyi niyetler içindeyim. Çünkü bu tür kulüp işlerinde, kulüp müziğinde dilin önemi kalmadı artık. O anlamda bu işin Türkiye'den daha çok dünyada kabul göreceğine inanıyorum. Şaşıracaksınız ama mesela Japonya bunlardan biri. Nereye gidebilirse o kapıları deneyeceğiz. Zaten iş iyiyse, müzik bizim dışımızda seyahat edecektir. Tsunami sonrası yardım amaçlı Srilanka'ya gittim, otelin odasında Here I am' adlı şarkım çalıyordu. Müzik teknoloji sayesinde hızla yayılabiliyor.

Bunda Eurovision'un etkisi daha çok değil mi sizce?
S.E.: Tabii ki var etkisi...

Eurovision'dan sonra ne değişti, ne kattı size birincilik?
S.E.: Ben kendimi çok iyi anladım; neredeyim, ne kadarım, ne kadar büyükmüşüm, küçükmüşüm... Bu ülkenin beni nasıl şekillendirdiğini, kapılarımın dünyaya ne kadar aralık olduğunu gördüm. Dünyada müzik yapmak istiyorsan İngiltere ve ABD'de yaşaman gerektiğini anladım! (Gülüyor)
Daha çok para kazandırdı mı?
S.E.: Katiyen, çok para kaybettirdi! Çünkü burada Eurovision sonrası yapacağım bütün konserleri yapmayıp, kariyer yapacağım diye Avrupa'ya gidip, röportaj yaptım. Herkes benim için, 'Vay, Eurovision'la bitirdi işi' dedi belki ama kariyer derdi yüzünden tek taşımı kendim alamadım! (Gülüyor)

Ne kadar umurunuzda Eurovision?
S.E.: Eurovision, 'müzikle insanlar birleşsin' diye bulunmuş bir fikir. Kendi kapalı devresinde; kendi medyası, dinleyicisi, hatta kendi şarkıcısı, hayranları olan bir dünya bu. Benim birinciliğim biraz sakinleştirdi ama gördüğüm şu ki aynı hırsla devam ediyoruz... Ciddiye almalı ama biraz eğlencesine bakmalıyız.

Siz katıldığınızda yok muydu sizde öyle bir hırs?
S.E.: Vardı... Yarışa girince hırs geliyor. Ben birinci olmaya gittim ve o kadar hayal ettim ki oldum.

Kenan Doğulu'nun yarışacağı 'Shake it Up Şekerim' adlı şarkıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Şarkının yeri; söylendiği gibi ilk 5'te mi sizce de?
S.E.: Güzel bir pop- R&B şarkı bu. 'Sertab katılayım mı?' sorusuyla başladığı için Kenan'la ilişkimiz; artık şarkıya yabancı değilim. Birincilik-ikincilik için hiç kimse bir şey söyleyemez ama 13-14'üncü olup gelmeyecek, eminim!

SERTAB 'DİJİTAL' Mİ OLDU?
İlk klip için hangi şarkıda karar kıldınız?
S.E.: 'Yanarım'. Üçümüzün de en sevdiği... Halk oylamasında da en sevilen şarkı çıktı. O yüzden dedik ki risk almayalım...
Murat Uncuoğlu: Zaten bayağı risk aldık şu anda... (Gülüyor)

Nesi risk böyle bir çalışma yapmanın?
S.E.: Adı 'Sertab Dijital'di ya konserlerin; anlam verememişler, 'Sertab'ın dijitali mi çıkıyor' demişler. (Gülüyor)
A.K.: Sorular şöyle başlıyor; 'Sertab Hanım var mı? Onu görüntü olarak mı göstereceksiniz? (Gülüyor)

Nasıl bir klip düşünüyorsunuz?
S.E.: Chemical Brothers'ınki gibi, bu müziğin belli bir klip tarzı var. Müziği yapan insanlar görünmezler, başka kahramanları olur. Bir video klip yerine, bir video art çalışması yapmak istiyorum. Alışılmış bir klip olmayacak.

24 Mart 2007 Cumartesi

ORANGE BLUE



Türkiye'nin starı olmaya geldiler!

Tüm Avrupa'da ve de özellikle Almanya'da onları herkes tanıyor! Solisti Volkan Baydar adlı bir Türk olan Orange Blue adlı grup, Almanya'da 1 milyonu aşan albüm satış rakamlarının, altın plak başarısının ve Walt Disney yapımlarında şarkılarıyla yer almalarının ardından, nihayet Türkiye'de albümlerini çıkarıyor. Grup, pazartesi akşamı Türkiye'deki ilk konserini verecek

SEZEN BAŞARAN

Bir Türk ve bir Alman'dan oluşan Orange Blue, bu haftadan itibaren Türkiye'de fırtına gibi esmeye hazırlanıyor! Bundan yedi yıl önce çıkardıkları ilk single çalışmaları 'She's Got That Light' 400 bin satış rakamına ulaşan ve Almanya'da altın plak kazanan Orange Blue, birkaç ay sonra çıkardıkları ilk albümleri 'In Love with a Dream' ile de hayran kitlesini genişletmişti. 2001'de çıkardıkları ikinci albümleri 'Songs of Liberty'de yer alan 'The Sun On Your Face' adlı şarkı; Catherine-Zeta Jones ve Julia Roberts'ı bir araya getiren 'American Sweetheart' adlı sountrack albüme seçildi.
Grup, aynı dönem bir Walt Disney yapımı olan 'Dinasour' adlı animasyon filminin müziğini yaptı. Bu dönem kaset ve CD satışları bir milyonu aşan grup, 2004'te 'Panta Rhei' adlı üçüncü albümlerini çıkardı. Orange Blue, 2006'da çıkardığı Best Of sonrasında, geçen hafta tüm Avrupa'da satışa sunulan dördüncü albümleri 'Superstar' ile Türk müzikseverlerle resmi olarak tanışmaya hazırlanıyor. Bunun ilk adımı ise, pazartesi akşamı Balans sahnesinde atılacak. Yıllardır Türkiye'de albüm çıkarmak istediğini söyleyen, ancak şirket bulamadıkları için bu isteklerini gerçekleştiremediklerini anlatan Baydar, sesiyle hayran bırakıyor, bilginize!

İLAN YOLUYLA BULUŞTUK
ö Şarkı söylemeye üç yaşımda başladım. Annem babam anlatır; o yaşta İngilizce şarkılar söylemeye başlamışım. O zamandan bugüne her gün şarkı söylüyorum. İçimden gelen her şeyi söylüyorum! Ses eğitimi almadım. Hamburg'da 1.5 sene müzikal okuluna gittim. Orada dans ve oyunculuk dersleri aldım. 8-9 yaşlarımda da piyano dersleri almaya başlamıştım. Ardından kendim çalmaya ve caz parçaları yapmaya başladım.

ö Okulumu bitirdikten sonra Alman gazetelerinin birinde bir ilan gördüm. '25 yaşını aşmamış, Soul şarkıcı aranıyor' başlıklı bir ilandı. O zamanlarda da soul müzik çok seviyordum. Aretha Franklin gibi soul müziğin ünlü isimlerine hayrandım. Vince o zamanlar çaldığı grupta bateristti. Saçları uzun, bambaşka biriydi. O ilan sayesinde tanıştık ve çok çabuk arkadaş olduk. O zamanlar benim en iyi arkadaşım oldu. İkimiz de şarkı besteliyorduk ve biz ayrı grup kuralım dedik. Çok farklı aşamadan geçtik birlikte.

ö Pazartesi akşamı (26 Mart) Balans'ta albüm tanıtım konserimiz olacak. Tanıtacağımız albüm, Türkiye'de çıkaracağımız ilk albüm olacak. Bizi birçok kişi 'But I Do' adlı şarkımızla biliyor. O zamanlar Türkiye'de bir albüm çıkarmamamızın çeşitli sebepleri vardı. Almanya'daki plak şirketimiz Universal, o dönem albümümüzü Türkiye'de çıkarmak üzereyken Universal Türkiye kapandı. Türkiye'de partner plak şirketi bulamadıkları için de albümümüz çıkamadı. Sonra eski menajer, prodüktör ve müzik şirketimizden ayrıldık. 2-3 sene zor bir dönem geçirdik. Bu yüzden Türkiye'de albüm çıkarmak için enerji sarfedemedik. Ama çok istedim. Sonunda partner bulduk, Topkapı Müzik ile anlaştık...

TÜRKİYE'DE İLK KONSER
ö İngilizce şarkılar söylüyoruz ama müzik öyle bir şeydir ki; insanın içine ya dokunur ya da dokunmaz. Ben İtalyanca, İspanyolca müzik dinliyorum ve dilini anlamadığım halde içime dokunabiliyor. Ne bekleyeceğimi bilmiyorum ama ne verebileceğimi biliyorum. Ben Türk olduğum için ve Türkiye'de daha önce hiç konser vermediğim için heyecanlıyım.

ö Bizim için yeni bir dönem başlıyor. Yıllar önce Okan Bayülgen'in programına katılmıştım. Orada canlı 5-6 şarkı söylemiştim. Türkler çok sıcak karşılamıştı bizi. Almanya'da ve diğer ülkelerde bu şekilde karşılanmamıştım hiç. Zaten Almanya'da TV şovlarında playback söyleniyor. O yüzden Türkiye'de canlı söylemek istiyorum.

TÜRK OLDUĞUM İÇİN SORUN YAŞAMADIM
ö Walt Disney yapımı 'Dinasour' adlı animasyon filminin müziğini biz yaptık. 'American Sweetheart' adlı soundtrack albüm için de 'The Sun on Your Face' şarkımızı istediler. Almanya'da Walt Disney için şarkı yazan ilk grup olduk. Walt Disney, 'Dinasour' için ABD'de şarkı arayışına girdi ama teklif sunan bestecilerin eserlerini beğenmemişler. ABD'den sonra Avrupa'da arayışa başladılar. Filmi 2-3 farklı besteci ile izledik. Bizimkini beğenip seçtiler. Ama film müziği yapmak zor. Birileri 'aynı bunun gibi bir şarkı yap' derse kendimi baskı altında hissederim. Melodiler kendimi zorlamadığımda aklıma geliyor. Mesela duşta ya da arabada...

ö Türk olduğum için bugüne kadar hiç tepki almadım. Sanatta millet yoktur. Yaptığınız iş ya dokunur ya da dokunmaz. Müzik söz konusu olduğunda herkes eşittir. Sahneye çıktığımda 'ben Türk'üm Vince de Alman' demiyoruz. Sadece şarkılarımızı söylüyoruz. Bazıları bilmiyor bile...

16 Mart 2007 Cuma

FERHAT GÖÇER



Kendi sesim tüylerimi diken diken ediyordu!

2005 yılında çıkardığı ilk albümünün ardından geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü 'Yolun Açık Olsun'u çıkaran Ferhat Göçer, 'çok kritik bir albümdü' dediği bu çalışmasını Cihan Okan'ın vokal koçluğunda hazırladı. İlk albümünde sesiyle ilgili olumsuz eleştiriler aldığını söyleyen Göçer itiraf ediyor: Ben bile sesimden rahatsızdım, şimdi 'oldu' diyebiliyorum

Sezen BAŞARAN

Uzun yıllar Grup Turkuaz ile birlikte sahneye çıkan, bir süre sonra da Q Jazz Bar’da tek başına program yapmaya başlayan Ferhat Göçer, önce Anadolu Aryaları, ardından da Beyazperde Ezgileri adlı özel konser programlarıyla büyük ses getirdi. Tenor Ferhat Göçer olarak ün yapmasının ardından 2005 yılında kendi adıyla çıkardığı ilk albümünün farklı tarzları bir araya getirmiş olması birçok kişi tarafından yadırgınsa da, albümü yaklaşık bir sene boyunca müzik listelerinden inmedi.
Geçtiğimiz yaz, Alessandro Safina, Patrizio Buanne ve Emma Shapplin gibi dünyaca ünlü isimleri Türkiye’ye getirerek birlikte konser veren Göçer, yine yaz sonunda Hüsnü Şenlendirici ile yaptığı ‘Sarı Sıcak’ adlı televizyon programıyla dinleyici ve hayran kitlesini genişletti.
Klasik Batı Müziği hayranı olmasının yanı sıra, türkülere ve Türk müziğine de sonuna kadar sahip çıkan Göçer, geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü ‘Yolun Açık Olsun’u çıkardı.
Bu albümde kendisine ait iki şarkısı bulunan Ferhat Göçer, Sezen Aksu’ya ait üç eserin bu albümde yer alması nedeniyle kendini şanslı sayıyor.
Yeni albümü için Cihan Okan’ın kendisine vokal koçluğu yaptığını söyleyen ünlü sanatçı, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İlk albümde çok sert, duygusuz, ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu tek başıma ortadan kaldıramazdım. O albümü dinlerken sesimi dinlemeye tahammül edemiyordum. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim!”

ö İlk albümünüz öncesinde, müziğinize bir isim bulmakta zorlandığınız için albüm yapamadığınızı söylüyordunuz. Ve ilk albümünüz farklı türlerin bir araya gelmesiyle dikkat çekmişti. Müziğinize ne isim verdiniz de albüm aşamasına geçtiniz?
Ritm olarak farklı tarzlardı ama daha çok onları bir konseptte toplamaya çalıştım. En azından hepsinin özgün eserler olmasına özen gösterdim. Bu albümde ise; içinde klasik türkler, şarkılar, opera aryaları değil de artık bir yol, bir konsept çizmeye çalıştım. Giderek de bu yönde olmaya çalışacağım. Senfonik usurlar içeren pop müziği diyorum müziğime. Sonuçta popüler bir iş yapıyoruz ama bu müziğin altyapısında tabii ki klasik Batı müziği, çok seslilik, etnik formlar ve etnik ritmler var. Bunları birleştirmeye çalışıyorum. Aslında yurt dışında Andrea Bocelli ya da Mario Frangoulis ne yapıyorsa kendi müziğine; ben de kendi müziğime aynı şeyleri yapmaya çalışıyorum.

ö Albüm çıktıktan sonra bu çok sesliliğin sıkıntısını çektiniz mi?
Tabii ki çektim. Mesela ilk 10-12 yıl boyunca sürekli yabancı şarkılar söyleyerek belli bir kitlenin beğenisini kazanmış olup yavaş yavaş daha geniş kitlelere seslenmenin verdiği ‘tarzından ödün veriyor’, ‘seviyesini zorluyor’, ‘kalitesini düşürüyor’ gibi eleştirilere çok daha açık oluyorsunuz. Bir süre sonra kontrol elinizden çıkmaya başlıyor. Bunların sıkıntılarını yaşadım ama doğal bir süreç bu. Albüm yapıp, kendinizi yabancı kulaklara emanet ettiğiniz zaman; övgü ve iltifatlar gibi böyle eleştirilere de göğüs germek zorunda kalıyorsunuz.

ö Ve oldunuz da... İlk albümünüzü çok beğenenler olduğu gibi yetersiz bulan da oldu. Örneğin Hıncal Uluç... "İlk plak yorumcu Ferhat'ı sunmalıydı.. Ferhat'ın o müthiş repertuvarından çok daha vurucu, çok daha dinlenen bir albüm çıkabilirdi. Arada başka şeyler de söyleyen popçuya indirgemiş kendisini sanki" demişti. Bu yorumlar size ne hissettirmişti?

Aslında çok haklı, ama piyasa şartları, Türk müzik sektörünün içinde bulunduğu şartlar neyi gerektiriyor orada bunlara bakmak lazım. Artık tartışılmaz bir şey var ki; bir albüm satmıyorsa ‘başarısız’ deniyor. Doğal olarak da, Hıncal’ın ya da benim yüreğimden geçen bir şeyi yapmak neredeyse imkansız hale geliyor. Ama ileride; beşinci, altıncı albümü çıkardıktan sonra ve Türkiye’de konumu belli olan bir marka haline geldiğimde belki istediğimiz tarzda bir şey yapmak doğru olacaktır. Ama çıkış albümü olarak, kendinizi lanse edeceğiniz tarz olarak böyle bir şey yapmak, bize çok uygun gelmedi. Çünkü genel dinleyici popülasyonu, Türk dinleyicisinin kulak zevkini az çok biliyorduk. O yüzden de sahnede ne yapıyorsam, onun benzeri olan bir şeyi albümde yapmaya çalıştım önce.

ö Bu durumda size basında ‘Tenor Ferhat Göçer’ denmesinin rahatsızlığını duyuyor olmalısınız...
Bunun rahatsızlığını da duyuyorum; yıllarca klasik şan eğitimi almış olmanın verdiği, Türk dinleyicisinin kulağına uygun olmayan tekniklerle şarkı söylemenin sıkıntılarını da çoğu zaman çektim. Bir kısım dinleyici belki çok beğeniyordu ama çok daha büyük bir kitle şan tekniğine uygun zevklere sahip değil. Bunun için de daha kabul edilebilir ses teknikleriyle şarkı söylemenin getirdiği problemleri çok zorlu bir süreçte yaşadım. Tenor tabiri, aslında ses renginin açıklanmasıdır. İbrahim Tatlıses de, Özcan Deniz de, Kenan Doğulu da, Teoman da tenordur. Ama Türkiye’de tenor deyince akla gelen; klasik müzik söyleyen ince sesli erkek sesi... Sadece o tarz bir sanatçı olarak oraya hapsedilme mantığına tabii ki karşıyım ve bundan rahatsızım.

İLK ALBÜMDE KENDİMİ DİNLEYEMİYORDUM

ö İkinci albümünüz ‘Yolun Açık Olsun’ için 100 şarkı arasından önce 30 şarkı seçtiniz sonra onu da 12’ye indirdiniz. Nedir bu şarkı bolluğu?
Söylemek istediğim toplam 100’e yakın parça topladık. 100’den 30’a indirme aşaması bana aitti. Ama 30’dan 12 parçaya Ozan’la (Doğulu) birlikte indirdik. Bir sürü beste toplamıştık. Sadece bana ait olan 24 parça içinden 4 parça seçtik albüm için. Listemizde söylemek istediğimiz 30-35 cover parça vardı, aralarından ‘Gidemem’ ve ‘Yalan’ı seçtik. Bu kadar ciddi bir eleme yapmamızın ve acımasız olmamızın sebebi; ikinci albümün birinciye ve henüz ortada olmayan üçüncü albümlere oranla çok daha büyük bir risk taşımasıydı. Sebebi; tek albümlük bir sanatçı olmakla, istikrarlı bir başarı çizgisini yakalama yolunda önemli bir adım atan sanatçı olmak yolundaki sırat köprüsünün ikinci albümü olması. Kariyerine kariyer katan sanatçılardan olmak istiyorsan ikinci albümünün böyle olması gerekiyordu.

ö Bu albümde vokal koçluğunuzu Cihan Okan üstleniyor. Vokal koçuna neden ihtiyaç duydunuz, gerekli miydi?
Klasik şan tekniğinden, bizim dinleyicimizin kulağına, yüreğine hitap eden bir forma dönüşebilmek için çok mücadele ettim ama bu kendi başıma alt edebileceğim bir şey değildi. İlk albümde bu okumayla ilgili çok eleştiri aldım. Çok sert, çok bağırarak, çok duygusuz, sadece ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu ortadan kaldırmak için tek başıma mücadele edemezdim çünkü kendimi kaydederken ben de kendimi dinleyemiyorum. Ancak kayıtlar bittikten sonra dinliyor, ‘bu böyle olmamış’ diyordum. Bu nedenle de Cihan’dan yardım istedim. Rahatsızlığımı bildirdim ve bu konuşmayı yaptığım dakikada Cihan da beni onayladı. O eşine objektif bir kulak olarak bakıyor. Eşine Türkiye’deki genel dinleyici kitlesinin zevkinin bir yansıması olarak bakıyor. Onu da aynı şeyleri düşündüğünü söyledi. O zaman dedim ki ‘bana yardım et’! Çünkü böyle bir şeyi birine emanet etmek çok zordur. Karşınızdaki insanın sizinle aynı şeyleri düşünüp, nelerden rahatsız olduğunuzu, neyin sizin için doğru olduğunu bildiğinden emin olmanız gerekir. Cihan gerçekten bu konuya hakim, aynı şeyleri düşünüyoruz...

ö Neler değişti onunla çalıştıktan sonra yorumunuzda?
Bir kere sesim daha bir yumuşadı. Genel olarak benim ses rengimde şöyle bir şey vardır. Hafif ses tonlarım ile yüksek; yani bağırdığım ses tonlarım arasında ciddi bir uçurum vardır. Cihan bu albümde bu ikisi arasındaki bağı korumaya çalıştı. Yaptığı en önemli şey buydu. Yumuşak bir çizgi içinde o bağırdığım tonlarla yumuşak okuduğum tonlar arasında bir bağlantı kurdu. Bu tabii ki dinleyicilerin takdirine kalmış bir şey ama ben ilk albümü dinlediğimde kendi sesimi dinlemeye tahammül edemezdim. Rahatsız olduklarımı duyduğumda tüylerim diken diken olurdu. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim.

BABAM TATLISES’İ ÖRNEK GÖSTERİR

ö Babanızın arya söylediğinizde size küfrettiğini, klasik müziği de sevmediğini söylemiştiniz daha önce. Bu albümde arya yok, babanız daha mutlu mu şimdi?
(Gülüyor) Hala sevmez çünkü türkü dinlemekten hoşlanan bir Anadolu adamı. Bir defa geldi benim programımı izlemeye; o da annemin zoruyla. Bir defa hayatım boyunca... Benim klasik müzik söylediğim zamandı o da. Şanlıurfa’daki konserlerime tabii ki geldi, bir de kuruluyordu böyle... Bir gün bana bir kere bile bir iltifat, bir takdir asla yapmadı. Tam tersine çok kızardı neden türkü okumuyorsun diye. Bak İbrahim Tatlıses şöyle yapıyor diye bana sürekli İbrahim Tatlıses’i örnek gösteriyordu.

ö 'Aşk ve Hüzün' adlı projenizde bir hayatı, çocukluk günlerinden başlayarak şarkılar ve şiirlerle anlatıyorsunuz. Melih Cevdet Anday, Murathan Mungan ve Atilla İlhan'ın sevilen şiirlerini de seslendiriyorsunuz. Bu proje uzun soluklu mu olacak?
Ben bu kadar yürüyeceğini bile düşünmüyordum. Şu anda dördüncü ayını bitirdik hala her pazartesi tahmin etmediğim kadar kapalı gişe devam ediyor. Ya bu ilgi bitene kadar devam ettirirsiniz bunu ama benim buradaki tek endişem albüm çıktı, yeni albüm için bir turne hazırlığım var. Nisan itibariyle tüm türkiye’ye gezeceğiz acaba bu dönemde ara mı vermek gerek yoksa ayda bir iki defa yapmak mı lazım daha bunun kararını vermedim. Talebe bağlı olarak danışarak onu yapacağız. Ama şu an beni heyecanlandıran; yeni albüm ve çıkacağım turne.
Aşkı ve aşkın getirdiği hüznü aşamayı seviyor musunuz?Genel olarak karakterimde hüzün var. Ben çok şen şakrak, çakkıdı bir adam değilim. Hüznün benim hamurumdaki payı çok büyüktür.

BEN SEZEN FAMİLYASINDAN DEĞİLİM

ö Albümde Sezen Aksu'nun ‘Gidemem’ adlı şarkısını okumuşsunuz. İlk kez bir kadın vokalin sesinden duyulan bir parçayı seslendirmek; hele ki bu Sezen Aksu eseri olunca; risk değil miydi?Bir şey söyleyeyim mi... Albüm çıktıktan sonra bu bana söylenmeye başlandı; o zaman farkettim. “Aa bir dakika, bu bir riskmiş” dedim. Ama hiç o mantıkla düşünmedim ben. Son dönemde Türkiye’de yazılmış en güzel şarkılardan biri olduğu için ve sahnede söylediğimde insanların etkilendiğini gördüğüm için albümde yer verme kararı aldım. Ama Sezen’e dinletip bir de onun beğenisini, onayını aldıktan sonra aklıma bile gelmedi risk olduğu...

ö ‘Yolun Açık Olsun’, Sezen Aksu'nun size iyi dileklerini ilettiği; sizin de karşılık olarak albüme ismini verdiğiniz bir şarkı mı? Nedir bu şarkının hikayesi?
Tahminimce öyle... Ben Sezen familyasından bir insan değilim. En güzel Sezen şarkılarını hep Sezen’in yanında olanlar seslendirmiştir. Aşkın Nur Yengi’den başlar bu gelenek; Levent Yüksel, Sertab Erener’e kadar devam eder. Doğaldır çünkü hep birbirlerine yakın ve iç içe oldukları için ondaki en güzel ürünleri ilk farkeden onlar olmuştur. Bende böyle bir şey yoktu. Bense nadiren karşılaştığımda kendisine “Bir albüm çıkarıyorum, benim için bir şarkı yapar mısınız?” diyen biriyim. Sezen’in bir şarkısını çok beğenip “Alıyorum bunu senden” demek gibi bir şansım olmadı. ‘Yolun Açık Olsun’, bu açıdan benim için büyük bir şanstır. Daha bestelediği dakikada, gecenin 1’inde çağırıldım dinlemek için ve çok beğendim. ‘İzmir Yanıyor’ ve ‘Gidemem’ ile birlikte Sezen’e ait 3 parça var albümde. ‘İzmir Yanıyor’ Sezen’in kendisi için ürettiği bir eser. Asıl bu önemliydi benim için. Onu alabileceğimi tahmin etmiyordum. Kendisine saklıydı çünkü. Diğer parçalarındaki özenim ve de kendisinin de orkestra şefi ve aranjörü olan Ozan’la çalışmamız, o parçayı da bana güvenle vermesine neden oldu.

ö Bundan iki yıl kadar önce Sezen Aksu’nun şarkılarını yabancı dilde seslendireceğiniz bir proje hazırlığında olduğunu söylemiştiniz. Ne oldu o proje?
İtalyanca okuyacağımız bir projeydi. Hala geçerli, kendisine teklif götrdüğümde bunu zevkle yapabileceğimizi söylemişti. Ama yurt dışına yapmak istediğim bir proje bu. Bu çalışmayı Türkiye’de yapmayacağım zaten. Almanya’da, İngiltere’de bulduğum bir menajerlik firmasıyla yapmayı düşünüyorum. Hatta çok ilginçtir ki, Almanya’daki firmaya söyledikten yaklaşık 6 ay sonra, şöyle bir sürprizle karşılaştım. Geçen yaz biliyorsunuz Alessandro Safina ile burada bir sahne çalışması yapmıştık. Hemen arkasından Alessandro’nun ekibinin kazığıdır bu bana; ‘Bile Bile’ adlı parçayı Sezen Aksu ile birlikte yarı Türkçe, yarı İtalyanca yorumladı.

ö Ne zaman yapıldı bu çalışma?
Daha çıkmadı ama abüm Almanya’dan piyasaya çıkacak. Biraz üzüldüm doğrusu ama çok da iyi oldu. Çünkü bu çalışma bir kapı açmış oldu. Demek ki yapmak istediğim bu proje, insanların ilgisini çekecek ki bir yabancı sanatçı bu konuyla ilgilenmiş ve yapmak istemiş. Sebebi; Avrupa’daki Türk popülasyonunun artması... Bir İtalyan şarkıcısının böyle bir şeyi oradaki Türk dinleyicilerini düşünerek yapması, benim ileride böyle bir şey yapacağım zaman şansımın var olduğunun bir göstergesi. Yani bu, beni daha sonra olumlu yönde düşünmeye sevketti.

ö Siz ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz bu albümü?
Bu Türk politikasıyla alakalı. Böyle bir şey yapkığınızda ülkkenizin kültür politikasının arkanızda durması gerekiyor. Ya da çok büyük sponsorlar gerek. Avrupa’daki müzik marketler bu konuda çok acımasız. Büyük promosyon sistemleri var. Desteğiniz olmazsa yok olma tehlikeniz var. Şartları uygun gördüğüm dakikada düşünüyorum. Ya ben çok büyük bir sermaye yapacağım, ya da güçlü bir sponsor bulacağım. Bir ihtimal de Kültür Bakanlığı’ndan böyle bir destek alarak bir Avrupa Birliği projesi olarak hazırlayacağım.

Baktım ki Bocelli ile aramda
çok da büyük bir fark yok!

ö Geçen yaz Patrizio Buanne ve Alessandro Safina ile ardından da Emma Shapplin ile yaptığım özel konserler, benim enternasyonel bir şeyler yapma isteğimin sonuçları. Seçtiğim bu isimler dinlemekten hoşlandığım isimler. Tom Jones ve Julio Iglesias ile böyle bir şey yapmak isterdim. Teklif götürdük ama böyle projelerde yer almadıklarını söylediler. Zaten 750 bin Euro’lara varan paralar alıyorlar.

ö Türkiye’de bir konser veren Andrea Bocelli, çok yanlış anlaşılacak ama biraz düş kırıklığı yarattı bende de. Ben kendisini St. Petersburg’da verdiği bir halk konserinde izledim. Üzülerek söyleyeceğim; muhteşem bir ses ama sahnede doğal olarak iletişim kuramıyorsunuz. Sadece görsel değil bedensel iletişim de alamıyorsunuz. Türkiye’de çok büyük işler yapılıyor. Bizim eksiğimiz dünyada var olan pazarların içine dahil olmamak. Baktım, karşımda böyle bir marka, isim var ama o kadar büyük fark yok aramda diye düşündüm. Neden bu bu kadar büyük; sadece sesiyle mi hayır pazarlaması, iletişimiyle...

ö Tarkan birçok açıdan bizim Türkiye’de başaramadığımız birçok şeyi başarmış bir insan. Biz buradan bakıp ‘yapamıyor, başaramıyor’ diyoruz ama zor bir şey. Yurt dışında benim neler yapabileceğimi zaman gösterecek ama bunun mücadelesini vereceğim. Demiyorum ki yurt dışında bu ülkeyi temsil edeceğim, bir numara olacağım.

11 Mart 2007 Pazar

YONCA LODİ




Oyunun içinde oynamam

bildiğim yoldan şaşmam!



Üçüncü solo albümü ile müzik dünyasına dönüş yapan Yonca Lodi, kendine çok güvendiğini söylüyor: Başkaları tarafından dayatılan kurallara uymadan ilerlemeye çalışmak doğrudur ama zaman alır. Ben bildiğim yoldan şaşmam, karanlıktan bile bir şekilde çıkmasını beceririm...


Müziğe 1999 yılında kendi adını taşıyan albümüyle adım atan Yonca Lodi, 2001'de çıkardığı ikinci albümünde seslendirdiği 'Anlatma' ve 'Büklüm Büklüm' adlı şarkılarıyla yerini sağlamlaştırmıştı. Aradan 5 yıl geçti ve Yonca Lodi, 'Yolumu Bulurum' adlı üçüncü solo albümünü geçtiğimiz haftalarda piyasaya çıkardı. Aranjörlüğünü Febyo Taşel'in üstlendiği 11 parçalık albümde; 5 parçanın sözleriyle 2 parçanın söz ve müziği Yonca Lodi'ye ait. Yeni albümünde, bir Çiğdem Talu-Melih Kibar çalışması olan ve yılların eskitemediği 'Aldım Başımı Gidiyorum' adlı şarkıyı yeniden okuyan Yonca Lodi, bu parçayı seçmesinin nedenini şöyle özetliyor: "Melih Abi ile birçok projemiz vardı. Hatta bir müzikal yapacaktık. Onun emeği ve desteği bende çok büyük. O yüzden onu bu şarkıyla selamlamak istedim."
Albümün kartonetini 'Oyunun içinde kalmaya çalışarak ama oynamadan' diye imzalayan Lodi, hayatını da bu prensibe dayandırdığını şöyle dile getiriyor: "Oynamadan tabii ki kalırsın ama zor olur. Ben bunun en doğal örneklerinden biriyim! Bildiğim yoldan şaşmam. Albümün adı da bu yüzden 'Yolumu Bulurum' oldu.

ö "Unutuldum telaşının gereksiz ve huzursuz her belirtisinde siz çıktınız karşıma tekrar tekrar" diye başlıyor albüm kapağındaki sözleriniz... Gereksiz miymiş bu telaş?
Unutulmakla ilgili değil o 'gereksiz' dediğim... Bu gibi şeyler dünyevi şeyler bence. Onu kastettim orada. 'Ah unutuldum, hatırlamayacaklar beni' gibi unvan koşuşturmaları gereksiz. Unutulmamışım ayrıca; radyolarda hâlâ eski şarkılarım çalıyor. Sadece yüzüm ve nerede olduğumla ilgili farklı konuşmalar yapılıyordu. Yeni bir şey yapmadıkça çok göz önünde olmayı sevmiyorum.

KARANLIKTAN ÇIKARIM

ö Albüm kapağındaki "Oyunun içinde kalmaya çalışarak ama oynamadan" sözleriniz de hayli dikkat çekici... Oynamadan ne kadar mümkün bu piyasada var olmak?
Oynamadan tabii ki kalırsın ama zor olur! İşte ben bunun en doğal örneklerinden biriyim. Bir şekilde başkaları tarafından dayatılan kurallara uymadan, kendi kurallarınızla ilerlemeye çalışmak doğru bir yoldur ama zaman alır. Benimki de keza öyle. Ben bildiğim yoldan şaşmam. Karanlıktan bile bir şekilde çıkarım. Çünkü güvendiğim bir şey var; o da şarkılarım ve sesim.

ö İlk albüm 1999'da, ikincisi 2001'de geldi. Sonra neden 5 yıl ara verdiniz? Bu süreçte neler yaptınız?
Çok büyük şanssızlıklar oldu aslında bu arada. Eski firmamla yola çıktık ama anlaşamadık ve tokalaşıp ayrıldık. Melih Kibar'la bir projeye başladık; vefat etti. Bir sürü talihsizlikler oldu üst üste. Benim TMC'ye gelmem de aşağı yukarı bir yıl oldu. Bir yıldır zaten stüdyodayım. 5 yıl ara verdim ama bu arada müziği bırakmış olsaydım mesleğime ihanet etmiş olurdum. Sadece yeni bir şey yapma anlamında 5 yıldır yoktum.


MÜZİK PİYASASI ZORDA

ö Peki bu kadar aradan sonra 'unutulduysam' diye korktunuz mu?
Unutulduysam diye değil de; yaptığım şey beğenilmezse diye çok korktum.* Bıraktığınızda nasıldı, şimdi nasıl buldunuz piyasayı? Piyasa gerçekten çok zor şartlarda. Albüm yapan herkes Don Kişot şu anda! Hem yapımcılar bazında hem sanatçılar bazında söylüyorum bunu. Yapımcıların da işi çok zor. O yüzden meslek kuruluşları ve MÜ- YAP çok çalışıyor müzik sektörünü bir yerlere getirebilmek için. Kendi kendimize zarar veriyoruz aslında. Hem 'dinleyecek bir şey yok' diye şikayet ediyoruz; hem de mp3'e, korsana dadanıyoruz.

ö Tarzınızda, şarkılarınızda nasıl bir değişim oldu peki? Daha güçlü, umutlu bir kadın mı söylüyor bu şarkıları?
Müzik tarzımda aslında çok da büyük bir değişim yok. 'Büklüm Büklüm'ü devam ettiren bir hava var. Çok fazla duygu yoğruldu bu albüm için... Kaybedilen çok fazla insan ve onlarla ilgili düşünüp, yazdığım şarkılar var.* En son 'Büklüm Büklüm' ile çok ses getirmiştiniz. Bu albümde de 'Aldım Başımı Gidiyorum', 'Söyleyemedim' gibi cover parçalar var ama çok bilinen şarkıları cover yapmamışsınız. Bu bilinçli bir tercih mi? Aslında 'Büklüm Büklüm' de çok bilindik bir şarkı değildi... Cover yaparken özellikle dikkat ettiğim şey bu. 'Aldım Başımı Gidiyorum' çok bilinen ve listelere giren bir şarkıymış zamanında. Ben de sevdiğim bu şarkıyı okuyarak Melih Abi'yi selamlamak istedim. Onunla ilgili mutlaka bir şey yapmak istiyordum.

YAŞADIKLARIMIN ÖZETİ

ö 'Aldım Başımı Gidiyorum', albüme adını veren 'Yolumu Bulurum' ile anlamca bağdaşıyor da...
Evet, albümün kendiliğinden hikayesi oluştu. Bu bilinçli bir şey değildi üstelik. Sanki bir hikaye anlatılıyor ve şarkıların isimleri de o hikayelerin başlıkları gibi oldu. Ne anlatmak istediğimi biliyorum ama bir formülle yapmıyorum bunu. Duygularım devreye girince, böyle bir şey çıkıyor ortaya. Bu albümle benim iddialı bir dönüşüm var; onu saklamayacağım. Son 5 yılda yaşadıklarımın bir özetidir bu albüm.

Evli olmak neden dezavantaj olsun?

ö Lodi'nin uzun süre Nalan'a verilen 'Of Aman' gibi bir sıfat olduğu sanıldı... Lodi ne demek aslında?
Lodi, Urdu prensliğinden gelen bir söz. Çok köklü eski bir soyadı. İtalya'da Milano'da ve Doğu'da Lodi diye eski bir köy varmış. Eski bir kavimden gelen bir soyadı; eşimin soyadı.

ö Ve bugüne kadar evli olduğunuz bilinmiyordu...
10 yıllık evliyim. Evli olduğum ya da özel hayatımda neler yaptığım bilinse ne olacak bilinmese ne olacak? Tabii ki evliliğimi konuşmuyorum; sonuçta bu benim hayatım değil ki sadece! Başkasının da hayatı. Onun adına böyle bir demeç vermek, bu şekilde onun özel hayatına tecavüz etmek bana saygısızlık gibi geliyor. İşime bir katkısı olduğunu düşünmediğim için konuşmuyorum.

ö Yonca Lodi'nin rotası nereye doğru? Albüm kapağında da bir pusula görülüyor...
O pusula şaşmaz inşallah! (Gülüyor) Yaşamda da müzikte de doğruyu, ahlakı takip etmeye çalışıyorum. Düzgün işler yapmaya çalışıyorum. İşimden konuşmayı seviyorum. Benim evliliğim ve özel hayatım bana dezavantaj gibi algılatılıyor, öyle diretiliyor. Ama tüm dünya ünlülerine bakarak bunun yanlış olduğunu görebiliyoruz. Hollywood ünlüleri arasında evli olmayan yok neredeyse. Üst üste de çocuk doğuruyorlar. Kim koyduysa yanlış bu kurallar!

ö Albümünüze dönersek; Febyo Taşel isminin uğuruna inanıyor musunuz? Eşi Funda Arar'ın albümü bu yıl çok başarılı bir çıkış yaptı; sizin albümünüzde de onun imzası var...
Febyo ile başlamadan önce bana bu kadar iyi gelecebileceğini tahmin etmiyordum açıkçası. Onunla çalışmaktan son derece zevk aldım. Birinin sizin albümünüz için sizden daha fazla sorumluluk alması çok güven veren bir duygu. Başkaları belki Funda'dan dolayı farklı algılar ama Funda benim çok yakın arkadaşım. Dışarıdan göründüğü gibi değil o işler. Bu bir ekip işi ama tabii ki Febyo'nun bir uğur olduğunu söyleyebilirim...

ö Yonca Lodi bir marka mı?
Olması için çalışıyorum. Marka lafı belki gereksiz iddialı bir şey ama Yonca Lodi'nin müzikal anlamda iyi bir isim olması için çalışıyorum. Yoksa ben Yonca Lodi'yi pek eve sokmuyorum. (Gülüyor) Evde olabildiğince kendi dostlarımla kendi hayatımda sakin yaşıyorum. Çünkü hepimiz insanız, hepimizin defoları, sıkıntıları, mutsuzlukları ve yanlışlıkları var. O yüzden de olabildiğince sahne kimliğimi evimin dışında tutmaya çalışıyorum.

ö Ama kemik bir dinleyici kitlenizin olduğunu söyleyebiliriz...
Evet var ve onlar beni dinlemeyi hiç bırakmadılar. Onların sayesinde varım hâlâ. Onların çok ciddi öngörüleri ve eleştirileri var. O eleştiriler çok yardımcı oluyor bana. Çok kaliteli bir müzik dinleyicisine sahibim. O açıdan da çok şanslıyım. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu algılayabilecek insanlar tarafından dinleniyor olmak çok keyif verici.

19 Şubat 2007 Pazartesi

FUAT GÜNER




BARIŞ'IN PROGRAMI İKİ


KÖŞELİYDİ BİZİMKİ DÖRT!




Mazhar - Fuat - Özkan üçlüsünün Fuat'ı ilk kez bir televizyon projesine 'evet' dedi! Barış Manço'nun porgramının yapımcı ve yönetmeni Erkmen Sağlam ile bir TV programı için kolları sıvayan Fuat Güner: İki programın tek ortak yanı; aile programı olmaları....

SEZEN BAŞARAN

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en sevilen gruplarından MFÖ'nün güleryüzlü üyesi Fuat Güner, bundan 19 yıl önce Barış Manço'nun Türkiye'ye sevdirdiği '7'den 77'ye'yi akıllara getiren yepyeni bir televizyon programına başlıyor. Bugün ilk bölümü TRT 1 ekranında yayınlanacacak olan 'Fuat Güner'le Kuşaktan Kuşağa' adlı program, '7'den 77'ye'nin yönetmeni ve yapımcısı Erkmen Sağlam'ın imzasıyla izleyicisiyle buluşacak...
Güner, program için Anadolu efsanelerini, kahramanlık hikayelerini anlatacak; dünyada anlatılmaya ihtiyacı olan ülke ve kentleri gezecek. Ayrıca her hafta ünlü bir de konuğu olacak. Güner; çocuklarla sohbet etmeyi de ihmal etmeyecek...

ö 'Fuat Güner'le Kuşaktan Kuşağa' adlı programınızın, Barış Manço'nun 7'den 77'yesi ile benzerlikleri ve farklılıkları neler?
Fuat Güner: Başta; her iki programı yapan ekip aynı... '7'den 77'ye'nin yönetmeni Erkmen Sağlam, bu programın da yönetmeni. Onun yüzünden girdim bu işe aslında. O da benim yüzümden... Birbirimizi iteledik yani... (Gülüyor) Aslında '7'den 77'ye'nin devamı gibi değil ama ona benzeyen bir formatı var programın. Biz bu program için yeni baştan bir format yarattık. O iki köşeliydi, bu dört köşeli. Yani bunun daha fazla detayı var. Onda konuk yoktu, bende konuk var. Bunlar stüdyo çekimleri ama herhangi bir yerde de olabiliyor. Mesela bugün yayınlanacak ilk programın konuğu olan Ajda Pekkan'la Dolmabahçe Sarayı'nda çekim yaptık. Müjdat Gezen'le kendi tiyatro kulisinde... Mühim olan sohbetin güzel olması.

ö Program vesilesiyle hem Türkiye'yi hem de dünyanın ilginç noktalarını gezeceksiniz. Artık size 'modern seyyah' diyeceğiz herhalde...
F.G.: Biraz öyle... (Gülüyor) Nerelere gideceğimizi Erkmen araştırıyor. Gittiğimiz yerlerin insanlara anlatılmaya ihtiyacı olması lazım. Kimsenin bilmediği yerler olmalı. Bir ülkeyi seçerken, tabiat güzelliğine bakmıyoruz; tarihine, kültür yapısına, insanların yaşama şartlarındaki ilginçliklere bakıyoruz... Mesela Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş rekorlarla ilgili bir bölümümüz var. Kitaba girmiş olayları gidip yerinde görmek üzerine kurulu. Bu bölüm yeni; '7'den 77'ye'de yoktu.
Erkmen Sağlam: Zaten bu programın '7'den 77'ye' ile bir ilgisi yok. Ortak yanları; ikisinin de aile programı olması. Bir diğer benzerliği ise bizim o programı yapan ekip olmamız. Barış Manço'ya '7'den 77'ye'yi yazıp, araştıran, söyleten de bendim. Üslup birliği ister istemez olacak. Ama yeni köşeleriyle ve farklı yorumuyla ondan ayrılacak. '7'den 77'ye'de gidip bir yöreyi anlatıyorduk. Burada Anadolu efsanelerini, kahramanlıkları, mitolojik efsaneleri ele alacağız. Yani 7'den 77'ye ile hiç ilgisi yok, sadece andırıyor çünkü bu da bir aile programı.

ö Türkiye'de hikayesi ve efsaneleri olan yerleri tercih edeceksiniz. Yurtdışı seyahatlerinizde neler belirleyici olacak?
F.G.: İlk yaptığımız program için Urfa'ya; yurtdışında da Rio, Sao Paulo, Kolombiya-Bogota, Venezuella ve Caracas'a gittik. Mesela Rio nasıl, kaç tarihinde kurulmuş, kim keşfetmiş sorularından başlayarak; sosyal, kültürel ve tarihi yapısı, müziği, halkın nasıl yaşadığı gibi soruları cevaplayan bir yol çizdik. Bundan sonraki programlarda gittiğimiz ükedeki en iyi sanatçıyı; müzik adamı olabilir, ressam olabilir, programa konuk almak istiyoruz. Hatta belki ben onlarla birlikte müzik bile yapabilirim.

ö Bu formatta bir araya gelmek istediğiniz sanatçılar var mı?
F.G.: Olmaz mı; Paul McCartney! Elton John, Sting, Eric Clapton gibi isimlerle böyle projeler için hayal kurmazsanız bu işi yapamazsınız.

'EMNİYETTE HİSSETMELİYİM'
ö Programda Barış Manço'yu hatırlamamanın imkansız olduğu bir bölüm var; çocuklarla sohbet... Çocuklarla iletişiminiz nasıldır?
F.G.: Evet 15 dakikalık çocuk bölümümüz olacak her programda. Onlarla aram hep iyidir, açıkçası onlar da bana bayılır! Çünkü hiçbir zaman çocuğa çocuk gibi davranmam ben. Ben çocuğa 'naber arkadaşım' diye yaklaşırım...
E.S.: Gocunmuyorum ama programı Barış'ınkine benzetmek doğru değil. Bizler aynı ekolden insanlarız. Aynı dünya görüşünde olan insanların söylemleri de örtüşür. Benim de en büyük korkum; bu bölüm örtüşüyor diye Barış'ı taklit ediyormuşuz pozisyonuna girmek...

ö MFÖ'nün Fuat'ı olarak fazla ön planda olmadığınız ortada. Ve bu konuda sizin de sitemkar olduğunuzu herkes biliyor. Bu zamana kadar Mazhar Alanson ve Özkan Uğur birçok projede yer alırken, siz neden geri planda kaldınız?
F.G.: Ben kendimi emniyette hissedeceğim bir şeyin içinde olmak istedim hep. Benim için hangi ekipte olacağım, kiminle çalışacağım çok önemli. Erkmen 45 yıllık arkadaşım. Ve yaptığı programları nasıl yaptığını, işini nasıl ciddiye aldığını biliyorum. Bu bana çok uydu. Bana en son bir mafya babası rolü gelmişti. Herkes mafya babası rolünde zaten! Altından kalkarım ama bir dizide görünmek istemiyorum.

ö Neden, oyunculuk cazip gelmiyor mu?
F.G.: Oyunculuk; oynayacak bir oyununuz varsa caziptir! Ben eğitimimi oyunculuk olarak almadım. Zekası olan adam oynayabilir. Öğrenmesi gereken tek şey; oynamaması gerektiği! Yani 'o adam' olmak gerekiyor. Ve bu da o kadar kolay değildir! Başarısız olurum korkusu duymadım ama kendime yakın bir iş istedim. Bu programda hem müzik var, hem de kültür...

MFÖ'NÜN SONU NE OLUR BİLEMEM! ARTIK NEREDE TRAK ORADA BIRAK!

ö Bu program MFÖ'den bağımsız ilk projeniz mi olacak?
F.G.: Televizyon açısından ilk olacak. MFÖ'nün dışında Erdal Kızılçay'la birlikte 'Beatles Alaturka' yapmıştık. İngiltere'de İngiltere Kraliçesi'ne çaldık! Liverpool'da BBC Radio Merseyside Radio'da halkın isteğiyle bir numaraya kadar çıktı parçamız. Balet Plak albümünü de çıkardı. Ama Türk halkı ve basını pek ilgilenmemişti. Halbuki bugüne kadar kim çalmış İngiltere Kraliçesi'ne bilmiyorum!

ö Sizin yerinize Mazhar Alanson ya da Özkan Uğur gitseydi, daha mı çok ilgi gösterilirdi sizce?
F.G.: Hayır bu benimle ilgili değil... Bence önemli bir şeydi ama buradaki magazin havadisleri herhalde daha ağır basıyor...
E.S.: Banu Alkan varken kim takar sanatı!* Her birinizin ayrı ayrı projelerle gündeme gelmeniz yavaş yavaş MFÖ'nün parçalanmaya başladığı haberlerinin destekçisi mi? F.G.: MFÖ'nün sonu konusunda bir şey söyleyemem. Nereye kadar giderse artık... Nerede trak orada bırak durumu!

ö Dağılma fikri size ne hissettiriyor?
F.G.: 37 yıldır beraberiz... Mazhar-FuatÖzkan gibi bir grup bir daha zor gelir! Ben MFÖ'nün tamamen parçalanıp gitmesinden zevk almam. Çok emek verdik ama şartlar bizi o noktaya getirirse bir şey yapamam...

ö Şartlar derken?
F.G.: Herkesin kendi yaşantısı var. Eskiden daha çok aynı fikirde birleşirdik; şimdi ayrı görüşler, değer yargıları var. Dolayısıyla grubu devam ettirmekte zorlanıyoruz. Sıkıntılar var ve ne zaman çözülür bilmiyorum.

ö İlişkileriniz ne durumda? Günlük hayatınızda görüşmeye devam ediyor musunuz?
F.G.: Orta şekerli, çok keyifli değil... Zaten hep öyleydi. Bundan 10 sene öncesinden başlayarak şekerliden orta şekerliye döndü. Biz üç ayrı yaşamdan bir sentez oluşturduk ama artık beraber çalışmaya zorlanmaya başladık. Birbirimize vakit ayıramıyoruz. Herkesin hayatını nasıl geçireceğine dair kafasında bazı planlar var. Özkan, dizilerde çok başarılı. Mazhar da oyunculuk yapıyor. Bana da soruyorlardı; 'Sen neden yapmıyorsun?' diye. 'Onlar yapıyor diye illa ben de yapmak zorunda mıyım?' diyordum. Benim kimsenin bilmediği başka işlerim vardı zaten. Ama önemli şeylerdi bunlar. Yedi sene telif hakları kuruluşunun başkan yardımcılığını yaptım. Müzik okullarının açılmasında katkım var, birçok müzikal projelerin gerçekleştirilebilmesi için altyapı hazırlıkları yaptım, cingıllar, reklam müzikleri, dizi ve film müzikleri yapıyorum.

MİRCAN KAYA


Sâlâ adlı üçüncü albümü ile dünyada büyük
ses getiren MİRCAN KAYA:

BU ŞARKI, SEVGİLİSİ ÖLEN BİR KADININ HAYKIRIŞI!

Kendini biraz Laz, biraz Gürcü, en çok da dünyalı olarak tanıtan Mircan Kaya: Ben 'Sâlâ'yı kendi bildiğim şekilde okuyor, yorumluyorum. Bir anlamda dini bir öğeyi, yenilikçi bir anlayışla, başka bir biçimde icra ediyorum...

SEZEN BAŞARAN

Önce ‘Bizim Ninniler' adlı albümüyle bebeklerin dünyasına giren, ardından geleneksel müzik yorumları albümü ‘Kül’ ile BBC’nin playlist’inde kendine yer bulan, şimdi de 'Sâlâ' adlı uluslararası albümüyle dikkat çeken müzisyen Mircan Kaya; biraz Laz, biraz Gürcü, en çok da dünyalı olarak tanıtıyor kendini... Cenaze namazına çağrı olarak okunan ‘sâlâ’dan yola çıkarak kendi ‘sala’sını yazan Mircan Kaya, albümle aynı adı taşıyan parçanın; bir kadının kaybettiği sevgilisinin ardından haykırışı olduğunu söylüyor.
İlk Megrelce (Güneybatı Kafkas dil ailesinden Gürcüce, Lazca ve Svanca ile akraba bir dil) caz parçalarını kapsayan albümde; İngilizce, Türkçe ve Megrelce parçalar hayat buluyor. Nasıl bir albüm derseniz; cevabı şu... Geçmişin ilksel etnik sesleri, çağdaş enstrümanlarla buluşuyor; böylece Kuzey cazını çağrıştıran yeni bir sound ortaya çıkıyor... Sözlerin çoğu ve bestelerin tamamı Mircan Kaya’ya ait olan albüm, müzikal anlamda üst seviyede bir dil taşıyor. Çünkü albümde Özdemir Asaf, Edgar Allen Poe, Tennyson ve Metin Eloğlu'nun da dizeleri var. Aynı zamanda bir deprem yüksek mühendisi olan Kaya, müziğe olduğu kadar mühendisliğine de sıkı sıkıya bağlı...

ö Sâlâ adlı albümünüzü elinize ilk aldığınızda ne hissettiniz?
Albümün kartonet tasarımı İngiltere'de yapıldı, aylarca süren bir çalışma oldu.Kartoneti CD ile birlikte elime aldığımda birkaç akşam göğsüme bastırarak uyudumalbümle... Benim için o kadar kıymetli ve önemliydi. Fakat albümü çok sıkdinlememeye gayret ediyorum; çünkü başka müzik çalışmaları yaptığım için, yeniyapacağım çalışmaların öncekilerin tekrarı ve benzeri olmaması çok önemli. Onun içinbiraz ayrı kalmaya çalışıyorum önceki çalışmalardan. Kulaklarımı temizlememgerekiyor ya da yeni çalışmalar için içimde akan müziği öncekilerin etkilememesineözen gösteriyorum. Böylece tekrara düşmeyi engellemeye çalışıyorum. Arada birdinliyorum ve her defasında iyi hissediyorum.

‘HER ALBÜM BİRBİRİNDEN DEĞİŞİK OLACAK’

ö İlk albümünüz 'Bizim Ninniler'in ardından, ikinci albümünüz 'Kül'; gelenekselmüzik yorumları albümüydü. Ve şimdi de 'Sâlâ'... Üçü de birbirinden bağımsızçalışmalar... Bunun nedeni nedir?
'Kül' yalnız bizim türkülerimizen oluşmuyordu. İçinde başka ülkelerin halk şarkılarıda vardı; Gürcü, Boşnak halk şarkısı da... Aslında amacım her albümde müziğimdeyönümü değiştirmek değil. Sadece eserler arasında sıçramalar var. Yani bir eserdiğerine benzemiyor. Aslında 'Sâlâ'nın içinde de geleneksel ezgiler, tatlarfazlasıyla var. Geleneksel enstrümanlar, Batı enstrümanlarıyla birliktekullanılıyor. Yön değiştirme ancak şunun için söylenebilir; 'Sala' tamamen benimbestelerimden oluşan bir albüm. Diğerleri anonim ezgilerin yorumlanmasıyla ortayaçıkmış albümlerdi. Bu bakımdan haliyle Sala ile diğer albümler arasında fark olmasıgerekiyor. Bir farklılık veya yön değişikliğinden söz edecek olursak, bunu buşekilde yorumlamak lazım. Bundan sonra yapacağım çalışmalarda da bu görülecek. Çünkübir sonraki çalışma Sâlâ'ya benzemeyecek. Çünkü tekrara düşmemek çok önemli.Kendinizi tekrar etmeye başladığınız zaman artık üretemiyorsunuz demektir. Yeniden Sâlâ'ya benzeyen bir albüm yapmanın benim için de dinleyiciler için de çok fazlaanlamı olmaz.

ö Bu durumda müziğiniz, basına yansıdığı gibi ‘laz cazı’ değil, dünya müziği olarak adlandırılmalı...
Kesinlikle! Bir kategoriye dahil edilmek istemiyorum ama ben dünya müziğiyapıyorum. 'Bizim Ninniler' de, 'Kül' de, 'Sala' da dünya müziği otoritelerinin çokdikkatini çekiyor zaten. Etnik müzik veya dünya müziği adı altında yorumlayabilirizbu nedenle... Ancak Lazca caz tanımı yapılacak iki parça var albümde. Lazlar tarafından bu iki parça çok büyük sevinçle karşılandı. Çünkü daha önce benzeri yapılmamış parçalar bunlar. Sonraki yapılacak çalışmalara da referans ve ışık tutuyor. Lazca dilini daha farklı bir dinleyici kitlesine ulaştırıyor. Kaybolmakta olan bir dil olduğu için, o dile ve kültüre özendirici biretkisi var. Bu iki parçayla köklerime gönderme yapıyorum aslında.

ö ‘Sâlâ’ dinleyiciye hangi mesajı veriyor?
‘Sâlâ’, biliyorsunuz ölülerimizin ardından okunan bir duadır. Cuma namazından önce;cenaze namazına çağrı olarak okunur. Bebeklik yıllarımdan başlayarak beni en çoketkileyen ezgidir. Üniversite yıllarımda o zamanlar kurmuş olduğum senfonik rockgrubuyla 'Sâlâ'yı İngilizce okumuştum, ama sözleri tamamen farklıydı. Kaybedilmişolan sevgilinin ardından bir kadının haykırışı 'Sala'. Sözleri farklı ama makamorijinal. Ben 'Sâlâ'yı kendi bildiğim şekilde okuyor, yorumluyorum. Bir anlamdageleneksel olan bir şeyi; dini bir öğeyi, yenilikçi bir anlayışla başka bir biçimdeicra ediyorum.

ö Peki dini bir öğe olan 'Sâlâ'yı bambaşka sözlerle okumanız tepki topladı mı?
Olumsuz bir tepkiyle hiç karşılaşmadım. Sonuçta ben sala makamını kullanıyorum vekendi sözlerimle onu yorumluyorum. Ama albümümün adı 'Sâlâ'. Ölmüş, sevilen kimseninardından okunan bir sala bu. Yani bu eserde kendi hayatıma göndermeler var. Birçoksevdiğim insanı kaybettim ben. Bu şarkıda başkalarının acılarını da hissettiğimiçin, bu duyguyu taşıyan herkesin ruhuyla söylüyorum.

ö Türkçe değil de İngilizce okumanız nasıl bir tepki aldı?
İngilizce benim hayatımda çok önemli bir dil. Çocukluğumdan beri Türkçe'den sonra ençok kullandığım dil. İngilizce kitap okumayı da hep çok sevdim. Genç kızlık yıllarımEdgar Allen Poe ve Shakespeare gibi yazarları okuyarak geçti. O dönemde yaptığımızmüziğe böyle bir şeyi katmak çok cazip gelmişti. Her şeyi çok mantığa vurarakaçıklayamam, çünkü çok sezgisel şeyler bunlar, içten gelen şeyler. Neden İngilizceokuduğumun cevabı bu işte. Başka bir dil de olabilirdi ama ben İngilizce'yi çokseviyorum. İngilizce egemen dildir, bu albümde egemen olanla egemen olmayanı içiçegeçirmek, onları aynı duyguda birleştirmek gibi de bir tema var. Bu albümdeİngilizce, Türkçe ve Lazca dilleri kullanıldı. Çünkü onlar benim dillerim.

'İNGİLTERE'DE DE YAYINLANDI'
ö Siz bu albümü dünya için mi yaptınız, Türkiye için mi?
Dünya için yaptım, özellikle Türkiye için bir şey yapmıyorum. Müzik yaparkenherhangi bir kitleye hitap etmek gibi bir kaygı taşıyarak yapamazsınız. Şu grup dinlesin, bu grup dinlesin, ya da Türkler dinlesin, Fransızlar dinlesin diye yapamazsınız. Dışarıdaki insanlara çok daha ilginç geliyor. Aslında bizim insanlarımıza da ilginç geliyor ama; kitap okumayan, iyi müzik talep etmeyen, popüler olanla, yüzeyde olanlarla yetinen bir toplumumuz var ne yazık ki. Eleğin üstünde kalan; gerçek sanatı, kültürü, müziği, edebiyatı takip eden herkes albümle ilgili çok güzel şeyler söylüyor.

ö Müzikseverler sizi tanıyor mu sizce? Kim olduğunuzu ne yaptığınızı biliyorlar mı?
Daha çok yeni, albüm çıkalı 1 ay oldu. Piyasaya ilk verilenler tükendi. Ticari kaygılar güderek yapılmadı bu çalışma ama böyle bir ülkede bile bu kadar ilgigörmesi çok büyük başarı diye düşünüyorum. Albüm çıkar çıkmaz, Mondomix Müzik hemen anlaşma yapmak istedi dünyaya dağıtımıyla ilgili. Mondomix; dünya üzerindeki enönemli kültür sanat kuruluşlarıyla ortak işler yürüten bir kuruluştur. Onun sadece 'Sala'yı değil, benim yapacağım bütün müzik çalışmalarına sahip çıkması çok önemli. Albüm İngiltere'de de yayınlandı. Albümün yurtdışı serüveni giderek artan bir ilgiyle devam edecek görünüyor. Daha da önemlisi, bu tür olumlu yorumlar sonrakiprojelere esin oluyor, size kuvvet veriyor.

ö Albüme ismini veren 'Sala'nın dini anlamı gözönüne alındığında; bu çalışmada bir ağıt havası sezinleniyor sanki...
Burada biraz felsefe yapmamız gerekiyor. İnsanların çoğu; acı çekmekten, ağlamaktan,derin acıları yaşamaktan korkuyor. 'Sala' bütün duyguları, acıyı da, sevinci de,umudu da, en dip noktasına kadar hissettirmek amacı taşıyan bir albüm. Çünkü öyleyaşanarak icra edildi, öyle söyleniyor. O yüzden albüme karamsar diyecekseniz;dünyaya da karamsar demeniz gerekiyor. Hayatın kendisi her türlü duyguyu içinde barındırıyor. Acıyı da, sevinci de, umudu da... Benim yaptığım müzik de böyle. Yaptığım üç albümde de bu var, bundan sonrakilerde de olacak. Bunları dikkatealdığımızda; hem karanlık, bir taraftan da eğlenceli bir albüm diyebilirim. Sizin bakışınız nasıl, o önemli. Ben mutlu müzikten zevk almadığım için, hayata böyle bakmıyorum.

ö Albümün kapağında dikenli tel görseli kullanılmış. Bu sizin dünyanızagirmenin hiç de kolay olmadığının bir göstergesi mi?
Dikenli tellerin arkasındaki yaşamın hiç de kolay olmadığı mesajını vermek, dinleyiciyle araya bir tür mesafe koymak, bir metafor oluşturmak için kullanıldı o dikenli teller. Hiçbir şeyi süt liman görmediğim için dikenli tel çok önemli bir imge benim için. O yüzden grafik tasarımcı Neil Jenkins ile başından beri bu imgeyi kullanmak istedik.

'MEGRELYA'YA DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİM'
ö İç kapakta ise, Doğu Karadeniz 'Lazistan' olarak adlandırılmış... Bu harita nereden çıktı?
Bu haritayı biz İngiltere'de British Museum'da bulduk. Neil Jenkins orada araştırdı. Artık var olmayan bir ülke bu. Lazistan değil ama Megrelya benim için önemlidir orada. O eski haritada Lazistan'la birlikte birçok başka isimler de var artık var olmayan. O var olmayan Megrelya denen ülkede benim köklerim yatıyor ve artık yok... Bu artık olmayan ülkenin haritasını koyarak oraya bir gönderme yapmak istedik. Bu benim içimdeki sürgün duygusu ile örtüşen bir çalışma aynı zamanda. Lazistan sözcüğü üzerinde başka bir gazete çok fazla durdu ama bunu sözcüğün veya haritanın kullanışamacı sanıldığı gibi değil. Ya da çekilmeye çalışılan yerdeki bakış gibi değil. Eskiden Megrelya diye bir ülke vardı; Gürcistan tarafından sonra bölünen. Artık yok, çok eski bir tarih bu. Megreller ve Lazlar; esasında Megrelya'dan dağılmış olan insanlar. Zaman içinde Trabzon Rum İmparatorluğu, Bizans Dönemi ve sonraki yönetimler, o bölgede yaşayan herkese Laz adını vererek bir genelleme yapmış. Megreller bizim Lazca dilini konuşan insanlarımız. Bir kısmı Gürcistan'da yaşar, bir kısmı bu tarafta. İşte bu iki Lazca parçanın amacı bu. Siz bana bu soruları soruyorsunuz ve insanlar Megreller kim, Lazlar kim, o dil ne diye sorular soruyor ve bu bir farkındalık yaratıyor. Bir sonraki proje biraz daha ileriye giderek, biraz daha o kültüre katkı sağlamaya çalışacak, korumaya yönelik bir şey bu. Bu bile bir şey...

ö Yurtdışında nasıl tepkiler alıyorsunuz bunca ilginin üzerine? Nasıl yorumluyorlar müziğinizi?
Batı enstrümanlarının Doğu ezgilerine eşlik ederkenki tavır değişikliği, oradaki müzisyen arkadaşlarımıza çok yakın gelmiyor. Bir de asıl kimliğim Lazlık. Ve bu onların tanımadığı bir kültür. Çok ilgilerini çekiyor. Roger Mills de, Gürcistan'dan Megrel bir kadın sanatçıyla birlikte bir albüm çalışması yapmış. Çok duyarlılar yerel kültürlerin korunmasına karşı. Daha doğrusu benim çalıştığım müzisyenler bu tür konulara karşı çok duyarlı. Onların en çok ilgisini çeken şeyler o kültürlere ait özellikler... Tarihi nedir, dili nedir, nasıl yaşarlar, ne söylerler.

ö Yabancı basında sanıyorum Türk basınından daha çok yer alıyorsuz. Hatta şakılarınız BBC'nin playlist'inde bile yer alıyor...
'Sala' yayınlanır yayınlanmaz BBC'nin de linkli olduğu Fly Global Music Company'nin baş editörü çok güzel bir yorum yaptı. Bir önceki 'Kül' adlı albümüm BBC'de çalınıyor. Onun dışında Mondomix'le yapılan anlaşmadan dolayı Mondomix'in de yayın araçları var, dergileri var, orada yer alacaktır mutlaka. 'Songlines' diye bir dergi vardır, oradan ayrıntılı bilgi istediler. Daha çok yeni, yavaş yavaş ulaşıyor yabancı basına. Ama yorumlar çok iyi geliyor.

ö Şu an yeni bir albüm üzerine çalışıyorsunuz. Nasıl bir çalışma ile karşılaşacağız?
Ön çalışmaları yapıldı. Bu sadece bir albüm değil, çok kapsamlı bir çalışma olacak. İçinde resim, edebiyat ve müziği barındıracak. İngiltere'de bir caz grubu ile birlikte yapacağız kayıtları. Albüme bir kitap, bir resim sergisi eşlik edecek. Her ikisi de hem İstanbul'da, hem Bristol'da yapılacak. Yeni Zelandalı bir yazar da albümün kitabının İngilizce metinlerini yazacak. Çok ayağı olan, uluslararası, sınır ötesi bir çalışma olacak. Başka projeler de var. 2006 yılında bir müzik yapım şirketi kurdum, 'Sala' da oradan çıktı zaten, Museum and Catalog Music Production. Şu an 5-6 tane müzik projesi üzerinde çalışıyoruz. Hepsi yavaş yavaş ilerliyor. Yolda albümler var, bir tanesi ‘Sala'nın devamı diye düşünülebilir, bu sefer ölümü değil yaşamı irdeleyen bir albüm ama yine benim anladığım biçimde... Diğeri, üzerinde Roger Mills ile birlikte çalıştığımız ‘Once Upon a Time in Megrelya’. Bir başkası ‘Ruh Kesişmeleri’. Bu, Türkiye’deki çok genç, doğuştan yetenekli müzisyenlerle yurtdışındaki birkaç benzeri müzisyeni bir araya getirdiğimiz bir çalışma. ‘Ruh Kesişmeleri'nde ruhların içinde Aşık Veysel de var, bir taraftan genç ruhlar var, öteki taraftan ruh kardeşi olan İngiltere'den flüt sanatçısı var, ama sanki öte dünyadan geliyormuş gibi seslenen Veysel'in kendi sesi var, benim sesim var, onun söylediği ezgileri ben söylüyorum. Albüm benim üstüme kurulu değil. Bu gerçek bir kesişme. Şöyle ki; geçmiş, şimdiki zaman, gelecek, genç, yaşlı, yaşayan, ölmüş olan, hepsi bir arada. Bunun dışında single'larım var, şu an bir tanesi bitti. Miksajları İngiltere'de yapılıyor; bu singlelar da önümüzdeki ay yayınlanacak ve dijital olarak dağıtımına başlanacak. Ayrıca birçok proje var, hazırlıkları devam eden 5 tane albüm çalışmamız var toplamda. O albümlerin her birinin birkaç parçası kaydedildi, onlar siteye yakında yüklenecek, dinlenebilir duruma gelecek. Bir de benim için müziği sürdürebiliyor olmak, üretebiliyor olmak çok önemli.

ö En çok neden etkilenerek bu sürdürebilirliği sağlıyorsunuz?
Rüyalarımla... Gördüğüm rüyaların ardından şarkılar yapıyorum. Rüyalarım o kadar enteresan ve besleyici ki, geceleri uykuya dalmadan önce merakla gözlerimi kapatıyorum, bakalım bu gece ne göreceğim diye. Onun dışında hayata dair her şey, kendi iç sesim, şiir, edebiyat, resim, yalnızlığım, beni en çok besleyen şeyler. Yalnızlığım derken, ruhsalyalnızlığım, sık sık kaçmak istediğim yalnızlık. Ancak yalnızken üretebiliyorum, mutlaka yalnız olmam gerekiyor, başkalarının yanında söz yazamam, içimden gelmez.


DEPREMDE YAŞAM ÇOK ZORLAŞACAK!'
ö Siz aynı zamanda deprem yüksek mühendisisiniz. Ve sanıyorum müzikle olduğunuz kadar iç içesiniz mesleğinizle...
Evet inşaat mühendisi ve deprem yüksek mühendisiyim. Mezun olmadan 1 yıl önce çalışmaya başladım. Son 4 yıldır ileri deprem teknolojileri üzerine çalışan dünya lideri bir firmanın; Fip Industriale'nin Türkiye temsilcisiyim. Çok önemli birkaç proje üzerine çalışmalar yapıyoruz. Bir tanesi, Eskişehir-İstanbul arası hızlı tren projesi. Diğeri, İstanbul köprülerinin güçlendirilmesi projesi. Onda da bir Japon firmasıyla birlikte çalışıyoruz. Karayolları'na deprem teknolojileriyle ilgili seminer vereceğiz, İtalya'dan kıdemli mühendisler geliyor. Onun dışında benim kişisel olarak üstünde durmak istediğim konular; cam giydirme binalar... Mantar gibi cepheleri camla kaplanmış binalar yapılıyor İstanbul'da. Bunlar çevrelerinde çok büyük hasara yol açacak bir deprem olduğunda. Kimse bu insanlara dur demiyor.

ö Olası bir depremde sizce İstanbul nasıl bir şekil alacak?
Büyük bir depremde, İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşamak çok zor olacak. Ancak İstanbul'un her tarafı aynı risk derecesini taşımıyor. Ben bu anlamda felaket haberi veren insan durumuna düşüp öyle bir manzara çizmek istemem. Ama altyapı çok zarar göreceği için böyle bir şehirde yaşamak çok zor olacak, bu kesin...