16 Mart 2007 Cuma

FERHAT GÖÇER



Kendi sesim tüylerimi diken diken ediyordu!

2005 yılında çıkardığı ilk albümünün ardından geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü 'Yolun Açık Olsun'u çıkaran Ferhat Göçer, 'çok kritik bir albümdü' dediği bu çalışmasını Cihan Okan'ın vokal koçluğunda hazırladı. İlk albümünde sesiyle ilgili olumsuz eleştiriler aldığını söyleyen Göçer itiraf ediyor: Ben bile sesimden rahatsızdım, şimdi 'oldu' diyebiliyorum

Sezen BAŞARAN

Uzun yıllar Grup Turkuaz ile birlikte sahneye çıkan, bir süre sonra da Q Jazz Bar’da tek başına program yapmaya başlayan Ferhat Göçer, önce Anadolu Aryaları, ardından da Beyazperde Ezgileri adlı özel konser programlarıyla büyük ses getirdi. Tenor Ferhat Göçer olarak ün yapmasının ardından 2005 yılında kendi adıyla çıkardığı ilk albümünün farklı tarzları bir araya getirmiş olması birçok kişi tarafından yadırgınsa da, albümü yaklaşık bir sene boyunca müzik listelerinden inmedi.
Geçtiğimiz yaz, Alessandro Safina, Patrizio Buanne ve Emma Shapplin gibi dünyaca ünlü isimleri Türkiye’ye getirerek birlikte konser veren Göçer, yine yaz sonunda Hüsnü Şenlendirici ile yaptığı ‘Sarı Sıcak’ adlı televizyon programıyla dinleyici ve hayran kitlesini genişletti.
Klasik Batı Müziği hayranı olmasının yanı sıra, türkülere ve Türk müziğine de sonuna kadar sahip çıkan Göçer, geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü ‘Yolun Açık Olsun’u çıkardı.
Bu albümde kendisine ait iki şarkısı bulunan Ferhat Göçer, Sezen Aksu’ya ait üç eserin bu albümde yer alması nedeniyle kendini şanslı sayıyor.
Yeni albümü için Cihan Okan’ın kendisine vokal koçluğu yaptığını söyleyen ünlü sanatçı, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İlk albümde çok sert, duygusuz, ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu tek başıma ortadan kaldıramazdım. O albümü dinlerken sesimi dinlemeye tahammül edemiyordum. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim!”

ö İlk albümünüz öncesinde, müziğinize bir isim bulmakta zorlandığınız için albüm yapamadığınızı söylüyordunuz. Ve ilk albümünüz farklı türlerin bir araya gelmesiyle dikkat çekmişti. Müziğinize ne isim verdiniz de albüm aşamasına geçtiniz?
Ritm olarak farklı tarzlardı ama daha çok onları bir konseptte toplamaya çalıştım. En azından hepsinin özgün eserler olmasına özen gösterdim. Bu albümde ise; içinde klasik türkler, şarkılar, opera aryaları değil de artık bir yol, bir konsept çizmeye çalıştım. Giderek de bu yönde olmaya çalışacağım. Senfonik usurlar içeren pop müziği diyorum müziğime. Sonuçta popüler bir iş yapıyoruz ama bu müziğin altyapısında tabii ki klasik Batı müziği, çok seslilik, etnik formlar ve etnik ritmler var. Bunları birleştirmeye çalışıyorum. Aslında yurt dışında Andrea Bocelli ya da Mario Frangoulis ne yapıyorsa kendi müziğine; ben de kendi müziğime aynı şeyleri yapmaya çalışıyorum.

ö Albüm çıktıktan sonra bu çok sesliliğin sıkıntısını çektiniz mi?
Tabii ki çektim. Mesela ilk 10-12 yıl boyunca sürekli yabancı şarkılar söyleyerek belli bir kitlenin beğenisini kazanmış olup yavaş yavaş daha geniş kitlelere seslenmenin verdiği ‘tarzından ödün veriyor’, ‘seviyesini zorluyor’, ‘kalitesini düşürüyor’ gibi eleştirilere çok daha açık oluyorsunuz. Bir süre sonra kontrol elinizden çıkmaya başlıyor. Bunların sıkıntılarını yaşadım ama doğal bir süreç bu. Albüm yapıp, kendinizi yabancı kulaklara emanet ettiğiniz zaman; övgü ve iltifatlar gibi böyle eleştirilere de göğüs germek zorunda kalıyorsunuz.

ö Ve oldunuz da... İlk albümünüzü çok beğenenler olduğu gibi yetersiz bulan da oldu. Örneğin Hıncal Uluç... "İlk plak yorumcu Ferhat'ı sunmalıydı.. Ferhat'ın o müthiş repertuvarından çok daha vurucu, çok daha dinlenen bir albüm çıkabilirdi. Arada başka şeyler de söyleyen popçuya indirgemiş kendisini sanki" demişti. Bu yorumlar size ne hissettirmişti?

Aslında çok haklı, ama piyasa şartları, Türk müzik sektörünün içinde bulunduğu şartlar neyi gerektiriyor orada bunlara bakmak lazım. Artık tartışılmaz bir şey var ki; bir albüm satmıyorsa ‘başarısız’ deniyor. Doğal olarak da, Hıncal’ın ya da benim yüreğimden geçen bir şeyi yapmak neredeyse imkansız hale geliyor. Ama ileride; beşinci, altıncı albümü çıkardıktan sonra ve Türkiye’de konumu belli olan bir marka haline geldiğimde belki istediğimiz tarzda bir şey yapmak doğru olacaktır. Ama çıkış albümü olarak, kendinizi lanse edeceğiniz tarz olarak böyle bir şey yapmak, bize çok uygun gelmedi. Çünkü genel dinleyici popülasyonu, Türk dinleyicisinin kulak zevkini az çok biliyorduk. O yüzden de sahnede ne yapıyorsam, onun benzeri olan bir şeyi albümde yapmaya çalıştım önce.

ö Bu durumda size basında ‘Tenor Ferhat Göçer’ denmesinin rahatsızlığını duyuyor olmalısınız...
Bunun rahatsızlığını da duyuyorum; yıllarca klasik şan eğitimi almış olmanın verdiği, Türk dinleyicisinin kulağına uygun olmayan tekniklerle şarkı söylemenin sıkıntılarını da çoğu zaman çektim. Bir kısım dinleyici belki çok beğeniyordu ama çok daha büyük bir kitle şan tekniğine uygun zevklere sahip değil. Bunun için de daha kabul edilebilir ses teknikleriyle şarkı söylemenin getirdiği problemleri çok zorlu bir süreçte yaşadım. Tenor tabiri, aslında ses renginin açıklanmasıdır. İbrahim Tatlıses de, Özcan Deniz de, Kenan Doğulu da, Teoman da tenordur. Ama Türkiye’de tenor deyince akla gelen; klasik müzik söyleyen ince sesli erkek sesi... Sadece o tarz bir sanatçı olarak oraya hapsedilme mantığına tabii ki karşıyım ve bundan rahatsızım.

İLK ALBÜMDE KENDİMİ DİNLEYEMİYORDUM

ö İkinci albümünüz ‘Yolun Açık Olsun’ için 100 şarkı arasından önce 30 şarkı seçtiniz sonra onu da 12’ye indirdiniz. Nedir bu şarkı bolluğu?
Söylemek istediğim toplam 100’e yakın parça topladık. 100’den 30’a indirme aşaması bana aitti. Ama 30’dan 12 parçaya Ozan’la (Doğulu) birlikte indirdik. Bir sürü beste toplamıştık. Sadece bana ait olan 24 parça içinden 4 parça seçtik albüm için. Listemizde söylemek istediğimiz 30-35 cover parça vardı, aralarından ‘Gidemem’ ve ‘Yalan’ı seçtik. Bu kadar ciddi bir eleme yapmamızın ve acımasız olmamızın sebebi; ikinci albümün birinciye ve henüz ortada olmayan üçüncü albümlere oranla çok daha büyük bir risk taşımasıydı. Sebebi; tek albümlük bir sanatçı olmakla, istikrarlı bir başarı çizgisini yakalama yolunda önemli bir adım atan sanatçı olmak yolundaki sırat köprüsünün ikinci albümü olması. Kariyerine kariyer katan sanatçılardan olmak istiyorsan ikinci albümünün böyle olması gerekiyordu.

ö Bu albümde vokal koçluğunuzu Cihan Okan üstleniyor. Vokal koçuna neden ihtiyaç duydunuz, gerekli miydi?
Klasik şan tekniğinden, bizim dinleyicimizin kulağına, yüreğine hitap eden bir forma dönüşebilmek için çok mücadele ettim ama bu kendi başıma alt edebileceğim bir şey değildi. İlk albümde bu okumayla ilgili çok eleştiri aldım. Çok sert, çok bağırarak, çok duygusuz, sadece ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu ortadan kaldırmak için tek başıma mücadele edemezdim çünkü kendimi kaydederken ben de kendimi dinleyemiyorum. Ancak kayıtlar bittikten sonra dinliyor, ‘bu böyle olmamış’ diyordum. Bu nedenle de Cihan’dan yardım istedim. Rahatsızlığımı bildirdim ve bu konuşmayı yaptığım dakikada Cihan da beni onayladı. O eşine objektif bir kulak olarak bakıyor. Eşine Türkiye’deki genel dinleyici kitlesinin zevkinin bir yansıması olarak bakıyor. Onu da aynı şeyleri düşündüğünü söyledi. O zaman dedim ki ‘bana yardım et’! Çünkü böyle bir şeyi birine emanet etmek çok zordur. Karşınızdaki insanın sizinle aynı şeyleri düşünüp, nelerden rahatsız olduğunuzu, neyin sizin için doğru olduğunu bildiğinden emin olmanız gerekir. Cihan gerçekten bu konuya hakim, aynı şeyleri düşünüyoruz...

ö Neler değişti onunla çalıştıktan sonra yorumunuzda?
Bir kere sesim daha bir yumuşadı. Genel olarak benim ses rengimde şöyle bir şey vardır. Hafif ses tonlarım ile yüksek; yani bağırdığım ses tonlarım arasında ciddi bir uçurum vardır. Cihan bu albümde bu ikisi arasındaki bağı korumaya çalıştı. Yaptığı en önemli şey buydu. Yumuşak bir çizgi içinde o bağırdığım tonlarla yumuşak okuduğum tonlar arasında bir bağlantı kurdu. Bu tabii ki dinleyicilerin takdirine kalmış bir şey ama ben ilk albümü dinlediğimde kendi sesimi dinlemeye tahammül edemezdim. Rahatsız olduklarımı duyduğumda tüylerim diken diken olurdu. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim.

BABAM TATLISES’İ ÖRNEK GÖSTERİR

ö Babanızın arya söylediğinizde size küfrettiğini, klasik müziği de sevmediğini söylemiştiniz daha önce. Bu albümde arya yok, babanız daha mutlu mu şimdi?
(Gülüyor) Hala sevmez çünkü türkü dinlemekten hoşlanan bir Anadolu adamı. Bir defa geldi benim programımı izlemeye; o da annemin zoruyla. Bir defa hayatım boyunca... Benim klasik müzik söylediğim zamandı o da. Şanlıurfa’daki konserlerime tabii ki geldi, bir de kuruluyordu böyle... Bir gün bana bir kere bile bir iltifat, bir takdir asla yapmadı. Tam tersine çok kızardı neden türkü okumuyorsun diye. Bak İbrahim Tatlıses şöyle yapıyor diye bana sürekli İbrahim Tatlıses’i örnek gösteriyordu.

ö 'Aşk ve Hüzün' adlı projenizde bir hayatı, çocukluk günlerinden başlayarak şarkılar ve şiirlerle anlatıyorsunuz. Melih Cevdet Anday, Murathan Mungan ve Atilla İlhan'ın sevilen şiirlerini de seslendiriyorsunuz. Bu proje uzun soluklu mu olacak?
Ben bu kadar yürüyeceğini bile düşünmüyordum. Şu anda dördüncü ayını bitirdik hala her pazartesi tahmin etmediğim kadar kapalı gişe devam ediyor. Ya bu ilgi bitene kadar devam ettirirsiniz bunu ama benim buradaki tek endişem albüm çıktı, yeni albüm için bir turne hazırlığım var. Nisan itibariyle tüm türkiye’ye gezeceğiz acaba bu dönemde ara mı vermek gerek yoksa ayda bir iki defa yapmak mı lazım daha bunun kararını vermedim. Talebe bağlı olarak danışarak onu yapacağız. Ama şu an beni heyecanlandıran; yeni albüm ve çıkacağım turne.
Aşkı ve aşkın getirdiği hüznü aşamayı seviyor musunuz?Genel olarak karakterimde hüzün var. Ben çok şen şakrak, çakkıdı bir adam değilim. Hüznün benim hamurumdaki payı çok büyüktür.

BEN SEZEN FAMİLYASINDAN DEĞİLİM

ö Albümde Sezen Aksu'nun ‘Gidemem’ adlı şarkısını okumuşsunuz. İlk kez bir kadın vokalin sesinden duyulan bir parçayı seslendirmek; hele ki bu Sezen Aksu eseri olunca; risk değil miydi?Bir şey söyleyeyim mi... Albüm çıktıktan sonra bu bana söylenmeye başlandı; o zaman farkettim. “Aa bir dakika, bu bir riskmiş” dedim. Ama hiç o mantıkla düşünmedim ben. Son dönemde Türkiye’de yazılmış en güzel şarkılardan biri olduğu için ve sahnede söylediğimde insanların etkilendiğini gördüğüm için albümde yer verme kararı aldım. Ama Sezen’e dinletip bir de onun beğenisini, onayını aldıktan sonra aklıma bile gelmedi risk olduğu...

ö ‘Yolun Açık Olsun’, Sezen Aksu'nun size iyi dileklerini ilettiği; sizin de karşılık olarak albüme ismini verdiğiniz bir şarkı mı? Nedir bu şarkının hikayesi?
Tahminimce öyle... Ben Sezen familyasından bir insan değilim. En güzel Sezen şarkılarını hep Sezen’in yanında olanlar seslendirmiştir. Aşkın Nur Yengi’den başlar bu gelenek; Levent Yüksel, Sertab Erener’e kadar devam eder. Doğaldır çünkü hep birbirlerine yakın ve iç içe oldukları için ondaki en güzel ürünleri ilk farkeden onlar olmuştur. Bende böyle bir şey yoktu. Bense nadiren karşılaştığımda kendisine “Bir albüm çıkarıyorum, benim için bir şarkı yapar mısınız?” diyen biriyim. Sezen’in bir şarkısını çok beğenip “Alıyorum bunu senden” demek gibi bir şansım olmadı. ‘Yolun Açık Olsun’, bu açıdan benim için büyük bir şanstır. Daha bestelediği dakikada, gecenin 1’inde çağırıldım dinlemek için ve çok beğendim. ‘İzmir Yanıyor’ ve ‘Gidemem’ ile birlikte Sezen’e ait 3 parça var albümde. ‘İzmir Yanıyor’ Sezen’in kendisi için ürettiği bir eser. Asıl bu önemliydi benim için. Onu alabileceğimi tahmin etmiyordum. Kendisine saklıydı çünkü. Diğer parçalarındaki özenim ve de kendisinin de orkestra şefi ve aranjörü olan Ozan’la çalışmamız, o parçayı da bana güvenle vermesine neden oldu.

ö Bundan iki yıl kadar önce Sezen Aksu’nun şarkılarını yabancı dilde seslendireceğiniz bir proje hazırlığında olduğunu söylemiştiniz. Ne oldu o proje?
İtalyanca okuyacağımız bir projeydi. Hala geçerli, kendisine teklif götrdüğümde bunu zevkle yapabileceğimizi söylemişti. Ama yurt dışına yapmak istediğim bir proje bu. Bu çalışmayı Türkiye’de yapmayacağım zaten. Almanya’da, İngiltere’de bulduğum bir menajerlik firmasıyla yapmayı düşünüyorum. Hatta çok ilginçtir ki, Almanya’daki firmaya söyledikten yaklaşık 6 ay sonra, şöyle bir sürprizle karşılaştım. Geçen yaz biliyorsunuz Alessandro Safina ile burada bir sahne çalışması yapmıştık. Hemen arkasından Alessandro’nun ekibinin kazığıdır bu bana; ‘Bile Bile’ adlı parçayı Sezen Aksu ile birlikte yarı Türkçe, yarı İtalyanca yorumladı.

ö Ne zaman yapıldı bu çalışma?
Daha çıkmadı ama abüm Almanya’dan piyasaya çıkacak. Biraz üzüldüm doğrusu ama çok da iyi oldu. Çünkü bu çalışma bir kapı açmış oldu. Demek ki yapmak istediğim bu proje, insanların ilgisini çekecek ki bir yabancı sanatçı bu konuyla ilgilenmiş ve yapmak istemiş. Sebebi; Avrupa’daki Türk popülasyonunun artması... Bir İtalyan şarkıcısının böyle bir şeyi oradaki Türk dinleyicilerini düşünerek yapması, benim ileride böyle bir şey yapacağım zaman şansımın var olduğunun bir göstergesi. Yani bu, beni daha sonra olumlu yönde düşünmeye sevketti.

ö Siz ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz bu albümü?
Bu Türk politikasıyla alakalı. Böyle bir şey yapkığınızda ülkkenizin kültür politikasının arkanızda durması gerekiyor. Ya da çok büyük sponsorlar gerek. Avrupa’daki müzik marketler bu konuda çok acımasız. Büyük promosyon sistemleri var. Desteğiniz olmazsa yok olma tehlikeniz var. Şartları uygun gördüğüm dakikada düşünüyorum. Ya ben çok büyük bir sermaye yapacağım, ya da güçlü bir sponsor bulacağım. Bir ihtimal de Kültür Bakanlığı’ndan böyle bir destek alarak bir Avrupa Birliği projesi olarak hazırlayacağım.

Baktım ki Bocelli ile aramda
çok da büyük bir fark yok!

ö Geçen yaz Patrizio Buanne ve Alessandro Safina ile ardından da Emma Shapplin ile yaptığım özel konserler, benim enternasyonel bir şeyler yapma isteğimin sonuçları. Seçtiğim bu isimler dinlemekten hoşlandığım isimler. Tom Jones ve Julio Iglesias ile böyle bir şey yapmak isterdim. Teklif götürdük ama böyle projelerde yer almadıklarını söylediler. Zaten 750 bin Euro’lara varan paralar alıyorlar.

ö Türkiye’de bir konser veren Andrea Bocelli, çok yanlış anlaşılacak ama biraz düş kırıklığı yarattı bende de. Ben kendisini St. Petersburg’da verdiği bir halk konserinde izledim. Üzülerek söyleyeceğim; muhteşem bir ses ama sahnede doğal olarak iletişim kuramıyorsunuz. Sadece görsel değil bedensel iletişim de alamıyorsunuz. Türkiye’de çok büyük işler yapılıyor. Bizim eksiğimiz dünyada var olan pazarların içine dahil olmamak. Baktım, karşımda böyle bir marka, isim var ama o kadar büyük fark yok aramda diye düşündüm. Neden bu bu kadar büyük; sadece sesiyle mi hayır pazarlaması, iletişimiyle...

ö Tarkan birçok açıdan bizim Türkiye’de başaramadığımız birçok şeyi başarmış bir insan. Biz buradan bakıp ‘yapamıyor, başaramıyor’ diyoruz ama zor bir şey. Yurt dışında benim neler yapabileceğimi zaman gösterecek ama bunun mücadelesini vereceğim. Demiyorum ki yurt dışında bu ülkeyi temsil edeceğim, bir numara olacağım.

2 yorum:

Acqua dedi ki...

Ferhat Göçer'i çok beğeniyorum. Müzik dünyasının böyle gerçek sanatçılara ihtiyacı var...
--
gamze

Adsız dedi ki...

bence medyanın da böyle gazetecilere ihtiyacı var... Çoğunun çivisi çıkmış...