24 Mart 2007 Cumartesi

ORANGE BLUE



Türkiye'nin starı olmaya geldiler!

Tüm Avrupa'da ve de özellikle Almanya'da onları herkes tanıyor! Solisti Volkan Baydar adlı bir Türk olan Orange Blue adlı grup, Almanya'da 1 milyonu aşan albüm satış rakamlarının, altın plak başarısının ve Walt Disney yapımlarında şarkılarıyla yer almalarının ardından, nihayet Türkiye'de albümlerini çıkarıyor. Grup, pazartesi akşamı Türkiye'deki ilk konserini verecek

SEZEN BAŞARAN

Bir Türk ve bir Alman'dan oluşan Orange Blue, bu haftadan itibaren Türkiye'de fırtına gibi esmeye hazırlanıyor! Bundan yedi yıl önce çıkardıkları ilk single çalışmaları 'She's Got That Light' 400 bin satış rakamına ulaşan ve Almanya'da altın plak kazanan Orange Blue, birkaç ay sonra çıkardıkları ilk albümleri 'In Love with a Dream' ile de hayran kitlesini genişletmişti. 2001'de çıkardıkları ikinci albümleri 'Songs of Liberty'de yer alan 'The Sun On Your Face' adlı şarkı; Catherine-Zeta Jones ve Julia Roberts'ı bir araya getiren 'American Sweetheart' adlı sountrack albüme seçildi.
Grup, aynı dönem bir Walt Disney yapımı olan 'Dinasour' adlı animasyon filminin müziğini yaptı. Bu dönem kaset ve CD satışları bir milyonu aşan grup, 2004'te 'Panta Rhei' adlı üçüncü albümlerini çıkardı. Orange Blue, 2006'da çıkardığı Best Of sonrasında, geçen hafta tüm Avrupa'da satışa sunulan dördüncü albümleri 'Superstar' ile Türk müzikseverlerle resmi olarak tanışmaya hazırlanıyor. Bunun ilk adımı ise, pazartesi akşamı Balans sahnesinde atılacak. Yıllardır Türkiye'de albüm çıkarmak istediğini söyleyen, ancak şirket bulamadıkları için bu isteklerini gerçekleştiremediklerini anlatan Baydar, sesiyle hayran bırakıyor, bilginize!

İLAN YOLUYLA BULUŞTUK
ö Şarkı söylemeye üç yaşımda başladım. Annem babam anlatır; o yaşta İngilizce şarkılar söylemeye başlamışım. O zamandan bugüne her gün şarkı söylüyorum. İçimden gelen her şeyi söylüyorum! Ses eğitimi almadım. Hamburg'da 1.5 sene müzikal okuluna gittim. Orada dans ve oyunculuk dersleri aldım. 8-9 yaşlarımda da piyano dersleri almaya başlamıştım. Ardından kendim çalmaya ve caz parçaları yapmaya başladım.

ö Okulumu bitirdikten sonra Alman gazetelerinin birinde bir ilan gördüm. '25 yaşını aşmamış, Soul şarkıcı aranıyor' başlıklı bir ilandı. O zamanlarda da soul müzik çok seviyordum. Aretha Franklin gibi soul müziğin ünlü isimlerine hayrandım. Vince o zamanlar çaldığı grupta bateristti. Saçları uzun, bambaşka biriydi. O ilan sayesinde tanıştık ve çok çabuk arkadaş olduk. O zamanlar benim en iyi arkadaşım oldu. İkimiz de şarkı besteliyorduk ve biz ayrı grup kuralım dedik. Çok farklı aşamadan geçtik birlikte.

ö Pazartesi akşamı (26 Mart) Balans'ta albüm tanıtım konserimiz olacak. Tanıtacağımız albüm, Türkiye'de çıkaracağımız ilk albüm olacak. Bizi birçok kişi 'But I Do' adlı şarkımızla biliyor. O zamanlar Türkiye'de bir albüm çıkarmamamızın çeşitli sebepleri vardı. Almanya'daki plak şirketimiz Universal, o dönem albümümüzü Türkiye'de çıkarmak üzereyken Universal Türkiye kapandı. Türkiye'de partner plak şirketi bulamadıkları için de albümümüz çıkamadı. Sonra eski menajer, prodüktör ve müzik şirketimizden ayrıldık. 2-3 sene zor bir dönem geçirdik. Bu yüzden Türkiye'de albüm çıkarmak için enerji sarfedemedik. Ama çok istedim. Sonunda partner bulduk, Topkapı Müzik ile anlaştık...

TÜRKİYE'DE İLK KONSER
ö İngilizce şarkılar söylüyoruz ama müzik öyle bir şeydir ki; insanın içine ya dokunur ya da dokunmaz. Ben İtalyanca, İspanyolca müzik dinliyorum ve dilini anlamadığım halde içime dokunabiliyor. Ne bekleyeceğimi bilmiyorum ama ne verebileceğimi biliyorum. Ben Türk olduğum için ve Türkiye'de daha önce hiç konser vermediğim için heyecanlıyım.

ö Bizim için yeni bir dönem başlıyor. Yıllar önce Okan Bayülgen'in programına katılmıştım. Orada canlı 5-6 şarkı söylemiştim. Türkler çok sıcak karşılamıştı bizi. Almanya'da ve diğer ülkelerde bu şekilde karşılanmamıştım hiç. Zaten Almanya'da TV şovlarında playback söyleniyor. O yüzden Türkiye'de canlı söylemek istiyorum.

TÜRK OLDUĞUM İÇİN SORUN YAŞAMADIM
ö Walt Disney yapımı 'Dinasour' adlı animasyon filminin müziğini biz yaptık. 'American Sweetheart' adlı soundtrack albüm için de 'The Sun on Your Face' şarkımızı istediler. Almanya'da Walt Disney için şarkı yazan ilk grup olduk. Walt Disney, 'Dinasour' için ABD'de şarkı arayışına girdi ama teklif sunan bestecilerin eserlerini beğenmemişler. ABD'den sonra Avrupa'da arayışa başladılar. Filmi 2-3 farklı besteci ile izledik. Bizimkini beğenip seçtiler. Ama film müziği yapmak zor. Birileri 'aynı bunun gibi bir şarkı yap' derse kendimi baskı altında hissederim. Melodiler kendimi zorlamadığımda aklıma geliyor. Mesela duşta ya da arabada...

ö Türk olduğum için bugüne kadar hiç tepki almadım. Sanatta millet yoktur. Yaptığınız iş ya dokunur ya da dokunmaz. Müzik söz konusu olduğunda herkes eşittir. Sahneye çıktığımda 'ben Türk'üm Vince de Alman' demiyoruz. Sadece şarkılarımızı söylüyoruz. Bazıları bilmiyor bile...

16 Mart 2007 Cuma

FERHAT GÖÇER



Kendi sesim tüylerimi diken diken ediyordu!

2005 yılında çıkardığı ilk albümünün ardından geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü 'Yolun Açık Olsun'u çıkaran Ferhat Göçer, 'çok kritik bir albümdü' dediği bu çalışmasını Cihan Okan'ın vokal koçluğunda hazırladı. İlk albümünde sesiyle ilgili olumsuz eleştiriler aldığını söyleyen Göçer itiraf ediyor: Ben bile sesimden rahatsızdım, şimdi 'oldu' diyebiliyorum

Sezen BAŞARAN

Uzun yıllar Grup Turkuaz ile birlikte sahneye çıkan, bir süre sonra da Q Jazz Bar’da tek başına program yapmaya başlayan Ferhat Göçer, önce Anadolu Aryaları, ardından da Beyazperde Ezgileri adlı özel konser programlarıyla büyük ses getirdi. Tenor Ferhat Göçer olarak ün yapmasının ardından 2005 yılında kendi adıyla çıkardığı ilk albümünün farklı tarzları bir araya getirmiş olması birçok kişi tarafından yadırgınsa da, albümü yaklaşık bir sene boyunca müzik listelerinden inmedi.
Geçtiğimiz yaz, Alessandro Safina, Patrizio Buanne ve Emma Shapplin gibi dünyaca ünlü isimleri Türkiye’ye getirerek birlikte konser veren Göçer, yine yaz sonunda Hüsnü Şenlendirici ile yaptığı ‘Sarı Sıcak’ adlı televizyon programıyla dinleyici ve hayran kitlesini genişletti.
Klasik Batı Müziği hayranı olmasının yanı sıra, türkülere ve Türk müziğine de sonuna kadar sahip çıkan Göçer, geçtiğimiz günlerde ikinci solo albümü ‘Yolun Açık Olsun’u çıkardı.
Bu albümde kendisine ait iki şarkısı bulunan Ferhat Göçer, Sezen Aksu’ya ait üç eserin bu albümde yer alması nedeniyle kendini şanslı sayıyor.
Yeni albümü için Cihan Okan’ın kendisine vokal koçluğu yaptığını söyleyen ünlü sanatçı, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İlk albümde çok sert, duygusuz, ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu tek başıma ortadan kaldıramazdım. O albümü dinlerken sesimi dinlemeye tahammül edemiyordum. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim!”

ö İlk albümünüz öncesinde, müziğinize bir isim bulmakta zorlandığınız için albüm yapamadığınızı söylüyordunuz. Ve ilk albümünüz farklı türlerin bir araya gelmesiyle dikkat çekmişti. Müziğinize ne isim verdiniz de albüm aşamasına geçtiniz?
Ritm olarak farklı tarzlardı ama daha çok onları bir konseptte toplamaya çalıştım. En azından hepsinin özgün eserler olmasına özen gösterdim. Bu albümde ise; içinde klasik türkler, şarkılar, opera aryaları değil de artık bir yol, bir konsept çizmeye çalıştım. Giderek de bu yönde olmaya çalışacağım. Senfonik usurlar içeren pop müziği diyorum müziğime. Sonuçta popüler bir iş yapıyoruz ama bu müziğin altyapısında tabii ki klasik Batı müziği, çok seslilik, etnik formlar ve etnik ritmler var. Bunları birleştirmeye çalışıyorum. Aslında yurt dışında Andrea Bocelli ya da Mario Frangoulis ne yapıyorsa kendi müziğine; ben de kendi müziğime aynı şeyleri yapmaya çalışıyorum.

ö Albüm çıktıktan sonra bu çok sesliliğin sıkıntısını çektiniz mi?
Tabii ki çektim. Mesela ilk 10-12 yıl boyunca sürekli yabancı şarkılar söyleyerek belli bir kitlenin beğenisini kazanmış olup yavaş yavaş daha geniş kitlelere seslenmenin verdiği ‘tarzından ödün veriyor’, ‘seviyesini zorluyor’, ‘kalitesini düşürüyor’ gibi eleştirilere çok daha açık oluyorsunuz. Bir süre sonra kontrol elinizden çıkmaya başlıyor. Bunların sıkıntılarını yaşadım ama doğal bir süreç bu. Albüm yapıp, kendinizi yabancı kulaklara emanet ettiğiniz zaman; övgü ve iltifatlar gibi böyle eleştirilere de göğüs germek zorunda kalıyorsunuz.

ö Ve oldunuz da... İlk albümünüzü çok beğenenler olduğu gibi yetersiz bulan da oldu. Örneğin Hıncal Uluç... "İlk plak yorumcu Ferhat'ı sunmalıydı.. Ferhat'ın o müthiş repertuvarından çok daha vurucu, çok daha dinlenen bir albüm çıkabilirdi. Arada başka şeyler de söyleyen popçuya indirgemiş kendisini sanki" demişti. Bu yorumlar size ne hissettirmişti?

Aslında çok haklı, ama piyasa şartları, Türk müzik sektörünün içinde bulunduğu şartlar neyi gerektiriyor orada bunlara bakmak lazım. Artık tartışılmaz bir şey var ki; bir albüm satmıyorsa ‘başarısız’ deniyor. Doğal olarak da, Hıncal’ın ya da benim yüreğimden geçen bir şeyi yapmak neredeyse imkansız hale geliyor. Ama ileride; beşinci, altıncı albümü çıkardıktan sonra ve Türkiye’de konumu belli olan bir marka haline geldiğimde belki istediğimiz tarzda bir şey yapmak doğru olacaktır. Ama çıkış albümü olarak, kendinizi lanse edeceğiniz tarz olarak böyle bir şey yapmak, bize çok uygun gelmedi. Çünkü genel dinleyici popülasyonu, Türk dinleyicisinin kulak zevkini az çok biliyorduk. O yüzden de sahnede ne yapıyorsam, onun benzeri olan bir şeyi albümde yapmaya çalıştım önce.

ö Bu durumda size basında ‘Tenor Ferhat Göçer’ denmesinin rahatsızlığını duyuyor olmalısınız...
Bunun rahatsızlığını da duyuyorum; yıllarca klasik şan eğitimi almış olmanın verdiği, Türk dinleyicisinin kulağına uygun olmayan tekniklerle şarkı söylemenin sıkıntılarını da çoğu zaman çektim. Bir kısım dinleyici belki çok beğeniyordu ama çok daha büyük bir kitle şan tekniğine uygun zevklere sahip değil. Bunun için de daha kabul edilebilir ses teknikleriyle şarkı söylemenin getirdiği problemleri çok zorlu bir süreçte yaşadım. Tenor tabiri, aslında ses renginin açıklanmasıdır. İbrahim Tatlıses de, Özcan Deniz de, Kenan Doğulu da, Teoman da tenordur. Ama Türkiye’de tenor deyince akla gelen; klasik müzik söyleyen ince sesli erkek sesi... Sadece o tarz bir sanatçı olarak oraya hapsedilme mantığına tabii ki karşıyım ve bundan rahatsızım.

İLK ALBÜMDE KENDİMİ DİNLEYEMİYORDUM

ö İkinci albümünüz ‘Yolun Açık Olsun’ için 100 şarkı arasından önce 30 şarkı seçtiniz sonra onu da 12’ye indirdiniz. Nedir bu şarkı bolluğu?
Söylemek istediğim toplam 100’e yakın parça topladık. 100’den 30’a indirme aşaması bana aitti. Ama 30’dan 12 parçaya Ozan’la (Doğulu) birlikte indirdik. Bir sürü beste toplamıştık. Sadece bana ait olan 24 parça içinden 4 parça seçtik albüm için. Listemizde söylemek istediğimiz 30-35 cover parça vardı, aralarından ‘Gidemem’ ve ‘Yalan’ı seçtik. Bu kadar ciddi bir eleme yapmamızın ve acımasız olmamızın sebebi; ikinci albümün birinciye ve henüz ortada olmayan üçüncü albümlere oranla çok daha büyük bir risk taşımasıydı. Sebebi; tek albümlük bir sanatçı olmakla, istikrarlı bir başarı çizgisini yakalama yolunda önemli bir adım atan sanatçı olmak yolundaki sırat köprüsünün ikinci albümü olması. Kariyerine kariyer katan sanatçılardan olmak istiyorsan ikinci albümünün böyle olması gerekiyordu.

ö Bu albümde vokal koçluğunuzu Cihan Okan üstleniyor. Vokal koçuna neden ihtiyaç duydunuz, gerekli miydi?
Klasik şan tekniğinden, bizim dinleyicimizin kulağına, yüreğine hitap eden bir forma dönüşebilmek için çok mücadele ettim ama bu kendi başıma alt edebileceğim bir şey değildi. İlk albümde bu okumayla ilgili çok eleştiri aldım. Çok sert, çok bağırarak, çok duygusuz, sadece ses şovu yapıyormuşcasına bağırdığımı ifade eden eleştiriler adım. Bunu ortadan kaldırmak için tek başıma mücadele edemezdim çünkü kendimi kaydederken ben de kendimi dinleyemiyorum. Ancak kayıtlar bittikten sonra dinliyor, ‘bu böyle olmamış’ diyordum. Bu nedenle de Cihan’dan yardım istedim. Rahatsızlığımı bildirdim ve bu konuşmayı yaptığım dakikada Cihan da beni onayladı. O eşine objektif bir kulak olarak bakıyor. Eşine Türkiye’deki genel dinleyici kitlesinin zevkinin bir yansıması olarak bakıyor. Onu da aynı şeyleri düşündüğünü söyledi. O zaman dedim ki ‘bana yardım et’! Çünkü böyle bir şeyi birine emanet etmek çok zordur. Karşınızdaki insanın sizinle aynı şeyleri düşünüp, nelerden rahatsız olduğunuzu, neyin sizin için doğru olduğunu bildiğinden emin olmanız gerekir. Cihan gerçekten bu konuya hakim, aynı şeyleri düşünüyoruz...

ö Neler değişti onunla çalıştıktan sonra yorumunuzda?
Bir kere sesim daha bir yumuşadı. Genel olarak benim ses rengimde şöyle bir şey vardır. Hafif ses tonlarım ile yüksek; yani bağırdığım ses tonlarım arasında ciddi bir uçurum vardır. Cihan bu albümde bu ikisi arasındaki bağı korumaya çalıştı. Yaptığı en önemli şey buydu. Yumuşak bir çizgi içinde o bağırdığım tonlarla yumuşak okuduğum tonlar arasında bir bağlantı kurdu. Bu tabii ki dinleyicilerin takdirine kalmış bir şey ama ben ilk albümü dinlediğimde kendi sesimi dinlemeye tahammül edemezdim. Rahatsız olduklarımı duyduğumda tüylerim diken diken olurdu. İlk defa bu albümde kendi sesimi dinledim ve ‘bu olmuş galiba’ diyebildim.

BABAM TATLISES’İ ÖRNEK GÖSTERİR

ö Babanızın arya söylediğinizde size küfrettiğini, klasik müziği de sevmediğini söylemiştiniz daha önce. Bu albümde arya yok, babanız daha mutlu mu şimdi?
(Gülüyor) Hala sevmez çünkü türkü dinlemekten hoşlanan bir Anadolu adamı. Bir defa geldi benim programımı izlemeye; o da annemin zoruyla. Bir defa hayatım boyunca... Benim klasik müzik söylediğim zamandı o da. Şanlıurfa’daki konserlerime tabii ki geldi, bir de kuruluyordu böyle... Bir gün bana bir kere bile bir iltifat, bir takdir asla yapmadı. Tam tersine çok kızardı neden türkü okumuyorsun diye. Bak İbrahim Tatlıses şöyle yapıyor diye bana sürekli İbrahim Tatlıses’i örnek gösteriyordu.

ö 'Aşk ve Hüzün' adlı projenizde bir hayatı, çocukluk günlerinden başlayarak şarkılar ve şiirlerle anlatıyorsunuz. Melih Cevdet Anday, Murathan Mungan ve Atilla İlhan'ın sevilen şiirlerini de seslendiriyorsunuz. Bu proje uzun soluklu mu olacak?
Ben bu kadar yürüyeceğini bile düşünmüyordum. Şu anda dördüncü ayını bitirdik hala her pazartesi tahmin etmediğim kadar kapalı gişe devam ediyor. Ya bu ilgi bitene kadar devam ettirirsiniz bunu ama benim buradaki tek endişem albüm çıktı, yeni albüm için bir turne hazırlığım var. Nisan itibariyle tüm türkiye’ye gezeceğiz acaba bu dönemde ara mı vermek gerek yoksa ayda bir iki defa yapmak mı lazım daha bunun kararını vermedim. Talebe bağlı olarak danışarak onu yapacağız. Ama şu an beni heyecanlandıran; yeni albüm ve çıkacağım turne.
Aşkı ve aşkın getirdiği hüznü aşamayı seviyor musunuz?Genel olarak karakterimde hüzün var. Ben çok şen şakrak, çakkıdı bir adam değilim. Hüznün benim hamurumdaki payı çok büyüktür.

BEN SEZEN FAMİLYASINDAN DEĞİLİM

ö Albümde Sezen Aksu'nun ‘Gidemem’ adlı şarkısını okumuşsunuz. İlk kez bir kadın vokalin sesinden duyulan bir parçayı seslendirmek; hele ki bu Sezen Aksu eseri olunca; risk değil miydi?Bir şey söyleyeyim mi... Albüm çıktıktan sonra bu bana söylenmeye başlandı; o zaman farkettim. “Aa bir dakika, bu bir riskmiş” dedim. Ama hiç o mantıkla düşünmedim ben. Son dönemde Türkiye’de yazılmış en güzel şarkılardan biri olduğu için ve sahnede söylediğimde insanların etkilendiğini gördüğüm için albümde yer verme kararı aldım. Ama Sezen’e dinletip bir de onun beğenisini, onayını aldıktan sonra aklıma bile gelmedi risk olduğu...

ö ‘Yolun Açık Olsun’, Sezen Aksu'nun size iyi dileklerini ilettiği; sizin de karşılık olarak albüme ismini verdiğiniz bir şarkı mı? Nedir bu şarkının hikayesi?
Tahminimce öyle... Ben Sezen familyasından bir insan değilim. En güzel Sezen şarkılarını hep Sezen’in yanında olanlar seslendirmiştir. Aşkın Nur Yengi’den başlar bu gelenek; Levent Yüksel, Sertab Erener’e kadar devam eder. Doğaldır çünkü hep birbirlerine yakın ve iç içe oldukları için ondaki en güzel ürünleri ilk farkeden onlar olmuştur. Bende böyle bir şey yoktu. Bense nadiren karşılaştığımda kendisine “Bir albüm çıkarıyorum, benim için bir şarkı yapar mısınız?” diyen biriyim. Sezen’in bir şarkısını çok beğenip “Alıyorum bunu senden” demek gibi bir şansım olmadı. ‘Yolun Açık Olsun’, bu açıdan benim için büyük bir şanstır. Daha bestelediği dakikada, gecenin 1’inde çağırıldım dinlemek için ve çok beğendim. ‘İzmir Yanıyor’ ve ‘Gidemem’ ile birlikte Sezen’e ait 3 parça var albümde. ‘İzmir Yanıyor’ Sezen’in kendisi için ürettiği bir eser. Asıl bu önemliydi benim için. Onu alabileceğimi tahmin etmiyordum. Kendisine saklıydı çünkü. Diğer parçalarındaki özenim ve de kendisinin de orkestra şefi ve aranjörü olan Ozan’la çalışmamız, o parçayı da bana güvenle vermesine neden oldu.

ö Bundan iki yıl kadar önce Sezen Aksu’nun şarkılarını yabancı dilde seslendireceğiniz bir proje hazırlığında olduğunu söylemiştiniz. Ne oldu o proje?
İtalyanca okuyacağımız bir projeydi. Hala geçerli, kendisine teklif götrdüğümde bunu zevkle yapabileceğimizi söylemişti. Ama yurt dışına yapmak istediğim bir proje bu. Bu çalışmayı Türkiye’de yapmayacağım zaten. Almanya’da, İngiltere’de bulduğum bir menajerlik firmasıyla yapmayı düşünüyorum. Hatta çok ilginçtir ki, Almanya’daki firmaya söyledikten yaklaşık 6 ay sonra, şöyle bir sürprizle karşılaştım. Geçen yaz biliyorsunuz Alessandro Safina ile burada bir sahne çalışması yapmıştık. Hemen arkasından Alessandro’nun ekibinin kazığıdır bu bana; ‘Bile Bile’ adlı parçayı Sezen Aksu ile birlikte yarı Türkçe, yarı İtalyanca yorumladı.

ö Ne zaman yapıldı bu çalışma?
Daha çıkmadı ama abüm Almanya’dan piyasaya çıkacak. Biraz üzüldüm doğrusu ama çok da iyi oldu. Çünkü bu çalışma bir kapı açmış oldu. Demek ki yapmak istediğim bu proje, insanların ilgisini çekecek ki bir yabancı sanatçı bu konuyla ilgilenmiş ve yapmak istemiş. Sebebi; Avrupa’daki Türk popülasyonunun artması... Bir İtalyan şarkıcısının böyle bir şeyi oradaki Türk dinleyicilerini düşünerek yapması, benim ileride böyle bir şey yapacağım zaman şansımın var olduğunun bir göstergesi. Yani bu, beni daha sonra olumlu yönde düşünmeye sevketti.

ö Siz ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz bu albümü?
Bu Türk politikasıyla alakalı. Böyle bir şey yapkığınızda ülkkenizin kültür politikasının arkanızda durması gerekiyor. Ya da çok büyük sponsorlar gerek. Avrupa’daki müzik marketler bu konuda çok acımasız. Büyük promosyon sistemleri var. Desteğiniz olmazsa yok olma tehlikeniz var. Şartları uygun gördüğüm dakikada düşünüyorum. Ya ben çok büyük bir sermaye yapacağım, ya da güçlü bir sponsor bulacağım. Bir ihtimal de Kültür Bakanlığı’ndan böyle bir destek alarak bir Avrupa Birliği projesi olarak hazırlayacağım.

Baktım ki Bocelli ile aramda
çok da büyük bir fark yok!

ö Geçen yaz Patrizio Buanne ve Alessandro Safina ile ardından da Emma Shapplin ile yaptığım özel konserler, benim enternasyonel bir şeyler yapma isteğimin sonuçları. Seçtiğim bu isimler dinlemekten hoşlandığım isimler. Tom Jones ve Julio Iglesias ile böyle bir şey yapmak isterdim. Teklif götürdük ama böyle projelerde yer almadıklarını söylediler. Zaten 750 bin Euro’lara varan paralar alıyorlar.

ö Türkiye’de bir konser veren Andrea Bocelli, çok yanlış anlaşılacak ama biraz düş kırıklığı yarattı bende de. Ben kendisini St. Petersburg’da verdiği bir halk konserinde izledim. Üzülerek söyleyeceğim; muhteşem bir ses ama sahnede doğal olarak iletişim kuramıyorsunuz. Sadece görsel değil bedensel iletişim de alamıyorsunuz. Türkiye’de çok büyük işler yapılıyor. Bizim eksiğimiz dünyada var olan pazarların içine dahil olmamak. Baktım, karşımda böyle bir marka, isim var ama o kadar büyük fark yok aramda diye düşündüm. Neden bu bu kadar büyük; sadece sesiyle mi hayır pazarlaması, iletişimiyle...

ö Tarkan birçok açıdan bizim Türkiye’de başaramadığımız birçok şeyi başarmış bir insan. Biz buradan bakıp ‘yapamıyor, başaramıyor’ diyoruz ama zor bir şey. Yurt dışında benim neler yapabileceğimi zaman gösterecek ama bunun mücadelesini vereceğim. Demiyorum ki yurt dışında bu ülkeyi temsil edeceğim, bir numara olacağım.

11 Mart 2007 Pazar

YONCA LODİ




Oyunun içinde oynamam

bildiğim yoldan şaşmam!



Üçüncü solo albümü ile müzik dünyasına dönüş yapan Yonca Lodi, kendine çok güvendiğini söylüyor: Başkaları tarafından dayatılan kurallara uymadan ilerlemeye çalışmak doğrudur ama zaman alır. Ben bildiğim yoldan şaşmam, karanlıktan bile bir şekilde çıkmasını beceririm...


Müziğe 1999 yılında kendi adını taşıyan albümüyle adım atan Yonca Lodi, 2001'de çıkardığı ikinci albümünde seslendirdiği 'Anlatma' ve 'Büklüm Büklüm' adlı şarkılarıyla yerini sağlamlaştırmıştı. Aradan 5 yıl geçti ve Yonca Lodi, 'Yolumu Bulurum' adlı üçüncü solo albümünü geçtiğimiz haftalarda piyasaya çıkardı. Aranjörlüğünü Febyo Taşel'in üstlendiği 11 parçalık albümde; 5 parçanın sözleriyle 2 parçanın söz ve müziği Yonca Lodi'ye ait. Yeni albümünde, bir Çiğdem Talu-Melih Kibar çalışması olan ve yılların eskitemediği 'Aldım Başımı Gidiyorum' adlı şarkıyı yeniden okuyan Yonca Lodi, bu parçayı seçmesinin nedenini şöyle özetliyor: "Melih Abi ile birçok projemiz vardı. Hatta bir müzikal yapacaktık. Onun emeği ve desteği bende çok büyük. O yüzden onu bu şarkıyla selamlamak istedim."
Albümün kartonetini 'Oyunun içinde kalmaya çalışarak ama oynamadan' diye imzalayan Lodi, hayatını da bu prensibe dayandırdığını şöyle dile getiriyor: "Oynamadan tabii ki kalırsın ama zor olur. Ben bunun en doğal örneklerinden biriyim! Bildiğim yoldan şaşmam. Albümün adı da bu yüzden 'Yolumu Bulurum' oldu.

ö "Unutuldum telaşının gereksiz ve huzursuz her belirtisinde siz çıktınız karşıma tekrar tekrar" diye başlıyor albüm kapağındaki sözleriniz... Gereksiz miymiş bu telaş?
Unutulmakla ilgili değil o 'gereksiz' dediğim... Bu gibi şeyler dünyevi şeyler bence. Onu kastettim orada. 'Ah unutuldum, hatırlamayacaklar beni' gibi unvan koşuşturmaları gereksiz. Unutulmamışım ayrıca; radyolarda hâlâ eski şarkılarım çalıyor. Sadece yüzüm ve nerede olduğumla ilgili farklı konuşmalar yapılıyordu. Yeni bir şey yapmadıkça çok göz önünde olmayı sevmiyorum.

KARANLIKTAN ÇIKARIM

ö Albüm kapağındaki "Oyunun içinde kalmaya çalışarak ama oynamadan" sözleriniz de hayli dikkat çekici... Oynamadan ne kadar mümkün bu piyasada var olmak?
Oynamadan tabii ki kalırsın ama zor olur! İşte ben bunun en doğal örneklerinden biriyim. Bir şekilde başkaları tarafından dayatılan kurallara uymadan, kendi kurallarınızla ilerlemeye çalışmak doğru bir yoldur ama zaman alır. Benimki de keza öyle. Ben bildiğim yoldan şaşmam. Karanlıktan bile bir şekilde çıkarım. Çünkü güvendiğim bir şey var; o da şarkılarım ve sesim.

ö İlk albüm 1999'da, ikincisi 2001'de geldi. Sonra neden 5 yıl ara verdiniz? Bu süreçte neler yaptınız?
Çok büyük şanssızlıklar oldu aslında bu arada. Eski firmamla yola çıktık ama anlaşamadık ve tokalaşıp ayrıldık. Melih Kibar'la bir projeye başladık; vefat etti. Bir sürü talihsizlikler oldu üst üste. Benim TMC'ye gelmem de aşağı yukarı bir yıl oldu. Bir yıldır zaten stüdyodayım. 5 yıl ara verdim ama bu arada müziği bırakmış olsaydım mesleğime ihanet etmiş olurdum. Sadece yeni bir şey yapma anlamında 5 yıldır yoktum.


MÜZİK PİYASASI ZORDA

ö Peki bu kadar aradan sonra 'unutulduysam' diye korktunuz mu?
Unutulduysam diye değil de; yaptığım şey beğenilmezse diye çok korktum.* Bıraktığınızda nasıldı, şimdi nasıl buldunuz piyasayı? Piyasa gerçekten çok zor şartlarda. Albüm yapan herkes Don Kişot şu anda! Hem yapımcılar bazında hem sanatçılar bazında söylüyorum bunu. Yapımcıların da işi çok zor. O yüzden meslek kuruluşları ve MÜ- YAP çok çalışıyor müzik sektörünü bir yerlere getirebilmek için. Kendi kendimize zarar veriyoruz aslında. Hem 'dinleyecek bir şey yok' diye şikayet ediyoruz; hem de mp3'e, korsana dadanıyoruz.

ö Tarzınızda, şarkılarınızda nasıl bir değişim oldu peki? Daha güçlü, umutlu bir kadın mı söylüyor bu şarkıları?
Müzik tarzımda aslında çok da büyük bir değişim yok. 'Büklüm Büklüm'ü devam ettiren bir hava var. Çok fazla duygu yoğruldu bu albüm için... Kaybedilen çok fazla insan ve onlarla ilgili düşünüp, yazdığım şarkılar var.* En son 'Büklüm Büklüm' ile çok ses getirmiştiniz. Bu albümde de 'Aldım Başımı Gidiyorum', 'Söyleyemedim' gibi cover parçalar var ama çok bilinen şarkıları cover yapmamışsınız. Bu bilinçli bir tercih mi? Aslında 'Büklüm Büklüm' de çok bilindik bir şarkı değildi... Cover yaparken özellikle dikkat ettiğim şey bu. 'Aldım Başımı Gidiyorum' çok bilinen ve listelere giren bir şarkıymış zamanında. Ben de sevdiğim bu şarkıyı okuyarak Melih Abi'yi selamlamak istedim. Onunla ilgili mutlaka bir şey yapmak istiyordum.

YAŞADIKLARIMIN ÖZETİ

ö 'Aldım Başımı Gidiyorum', albüme adını veren 'Yolumu Bulurum' ile anlamca bağdaşıyor da...
Evet, albümün kendiliğinden hikayesi oluştu. Bu bilinçli bir şey değildi üstelik. Sanki bir hikaye anlatılıyor ve şarkıların isimleri de o hikayelerin başlıkları gibi oldu. Ne anlatmak istediğimi biliyorum ama bir formülle yapmıyorum bunu. Duygularım devreye girince, böyle bir şey çıkıyor ortaya. Bu albümle benim iddialı bir dönüşüm var; onu saklamayacağım. Son 5 yılda yaşadıklarımın bir özetidir bu albüm.

Evli olmak neden dezavantaj olsun?

ö Lodi'nin uzun süre Nalan'a verilen 'Of Aman' gibi bir sıfat olduğu sanıldı... Lodi ne demek aslında?
Lodi, Urdu prensliğinden gelen bir söz. Çok köklü eski bir soyadı. İtalya'da Milano'da ve Doğu'da Lodi diye eski bir köy varmış. Eski bir kavimden gelen bir soyadı; eşimin soyadı.

ö Ve bugüne kadar evli olduğunuz bilinmiyordu...
10 yıllık evliyim. Evli olduğum ya da özel hayatımda neler yaptığım bilinse ne olacak bilinmese ne olacak? Tabii ki evliliğimi konuşmuyorum; sonuçta bu benim hayatım değil ki sadece! Başkasının da hayatı. Onun adına böyle bir demeç vermek, bu şekilde onun özel hayatına tecavüz etmek bana saygısızlık gibi geliyor. İşime bir katkısı olduğunu düşünmediğim için konuşmuyorum.

ö Yonca Lodi'nin rotası nereye doğru? Albüm kapağında da bir pusula görülüyor...
O pusula şaşmaz inşallah! (Gülüyor) Yaşamda da müzikte de doğruyu, ahlakı takip etmeye çalışıyorum. Düzgün işler yapmaya çalışıyorum. İşimden konuşmayı seviyorum. Benim evliliğim ve özel hayatım bana dezavantaj gibi algılatılıyor, öyle diretiliyor. Ama tüm dünya ünlülerine bakarak bunun yanlış olduğunu görebiliyoruz. Hollywood ünlüleri arasında evli olmayan yok neredeyse. Üst üste de çocuk doğuruyorlar. Kim koyduysa yanlış bu kurallar!

ö Albümünüze dönersek; Febyo Taşel isminin uğuruna inanıyor musunuz? Eşi Funda Arar'ın albümü bu yıl çok başarılı bir çıkış yaptı; sizin albümünüzde de onun imzası var...
Febyo ile başlamadan önce bana bu kadar iyi gelecebileceğini tahmin etmiyordum açıkçası. Onunla çalışmaktan son derece zevk aldım. Birinin sizin albümünüz için sizden daha fazla sorumluluk alması çok güven veren bir duygu. Başkaları belki Funda'dan dolayı farklı algılar ama Funda benim çok yakın arkadaşım. Dışarıdan göründüğü gibi değil o işler. Bu bir ekip işi ama tabii ki Febyo'nun bir uğur olduğunu söyleyebilirim...

ö Yonca Lodi bir marka mı?
Olması için çalışıyorum. Marka lafı belki gereksiz iddialı bir şey ama Yonca Lodi'nin müzikal anlamda iyi bir isim olması için çalışıyorum. Yoksa ben Yonca Lodi'yi pek eve sokmuyorum. (Gülüyor) Evde olabildiğince kendi dostlarımla kendi hayatımda sakin yaşıyorum. Çünkü hepimiz insanız, hepimizin defoları, sıkıntıları, mutsuzlukları ve yanlışlıkları var. O yüzden de olabildiğince sahne kimliğimi evimin dışında tutmaya çalışıyorum.

ö Ama kemik bir dinleyici kitlenizin olduğunu söyleyebiliriz...
Evet var ve onlar beni dinlemeyi hiç bırakmadılar. Onların sayesinde varım hâlâ. Onların çok ciddi öngörüleri ve eleştirileri var. O eleştiriler çok yardımcı oluyor bana. Çok kaliteli bir müzik dinleyicisine sahibim. O açıdan da çok şanslıyım. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu algılayabilecek insanlar tarafından dinleniyor olmak çok keyif verici.